Üst Header Banner Reklam
Oy Verdiğiniz Parti, Yani AK Parti
Sayın Bahçeli'nin Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e sahip çıkması eyvallah, başımın üstüne. Ama asıl kızmamız gereken bu meczup mu? Bu meczup bu konuşmayı yaparken kimin önünde yapıyor bu konuşmayı?
1.06.2021 23:35:36
Bu haber 1649 kez okundu
Oy Verdiğiniz Parti, Yani AK Parti

Oy Verdiğiniz Parti, Yani AK Parti

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Teşekkür ederim arkadaşlar. Ağaçlarını, havasını ve suyunu korumak için mücadele eden, İkizdere’den gelen kadın kardeşlerimiz sadece ağacı, sadece suyu, sadece havayı değil, o bölgede yaşayan bütün canlıların da korunmasını istiyorlar. Dolayısıyla onların verdiği mücadele sadece bugünün mücadelesi değil, geleceğin de mücadelesidir. Onların çocukları, onların torunları güzel bir tabiatta yaşamak istemez mi? O suyu görmek istemez mi? Doğayı görmek istemez mi? Bütün güzellikleri içselleştirmek istemez mi? Elbette ister ama mantığı talan olan bir siyasi anlayış her türlü zorluğu çıkarıyor. Neredeyse bir ordu görevlendirecekler. Kadınlar; siz yeri geldiğinde bir orduyu da dağıtırsınız, ben buna da inanıyorum.

İkizdereliler güçlerinin farkındalar, biliyorlar. Toplumun her kesiminden destek alıyorlar. Sadece Türkiye'den değil, dünyada yeşile hasret kalan bütün coğrafyadan, bütün insanlardan da destek görüyorlar. Çünkü tabiatı korumak hepimizin ortak görevi. Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir ama ağaç hepimiz için, kuşlar hepimiz için, arılar hepimiz için, balıklar hepimiz için, onların yaşaması lazım. Onlar yaşayacak ki biz de yaşayalım. Onlar yaşayacak ki biz de geleceğe, torunlarımıza güzel bir tabiat bırakmış olalım. Yani ekosistemi koruyalım. Öncülüğünü İkizdereli kadınlar yapıyor. Sizlere tekrar yürekten teşekkür ediyoruz.

İkizdereli kadınlar burada, çok mutluyuz ama mutlu haberler de geldi. İki güzel haber geldi, gurur verici haber geldi. Ayşe Begüm Onbaşı, Jimnastik Dünya Şampiyonası’nda altın madalyayı kazandı. Kendisine yürekten teşekkür ederiz.

Tabii bu sporcuya sahip çıkan Ankara Büyükşehir Belediyesi, başta Mansur Yavaş olmak üzere bütün ekibine ve aynı zamanda EGO Spor Kulübü'nün yöneticilerine de teşekkür etmek bizim görevimizdir. 

Anadolu Efes Euroleague şampiyonu oldu. Onlar da bizi mutlu ettiler. Dolayısıyla bu kadar karamsar ortamda arada bir güzel, mutlu haberler duymak hepimizi mutlu ediyor. Hem Ayşe Begüm Onbaşı'ya, hem Anadolu Efes'e yürekten teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Efendim Perşembe günü Isparta'daydık. Isparta ve Burdur; iki güzel ilimizi gezdik, vatandaşlarla konuştuk, kanaat önderleriyle bir araya geldik ve sabahın 5'inde gül toplamaya gittim. Orada çalışan, gül toplayan kadınlarla beraber. Onlar bazı sorunları aktardılar. O sorunlara sahip çıkacağız, arkadaşlarıma söyledim. Onların sorunlarını bir şekliyle çözmek bizim boynumuzun borcudur. Onlar sabahın 4'ünde 5'inde gül bahçesine gidiyorlar gülleri toplamak için. Aldıkları yevmiyeler çok düşük. Çoğunun sigortası var mıdır, yok mu o da tartışmalı. Ama bir şekliyle Isparta dünyanın gül merkezi aslında. Isparta'nın korunması lazım. Gülün, Isparta gülünün korunması lazım. Dolayısıyla Isparta'nın aynı zamanda bu sektörün, yani gül sektörünün merkezi olmanın dışında o merkezin büyütülmesi lazım. Gülden elde edilen ürünler yurtdışına satılıyor, altından daha değerli ama değerini ne hikmetse siyasetçi bir türlü kavrayamadı. Ne istiyorsunuz? Döviz yok, dolar yok, şu yok, bu yok. Yani toprakta gülü ekiyor, sabahın köründe topluyor, ondan gül yağı çıkarıyor, çalışıyor ve büyük bir kısmını ihraç ediyor ve kendi ülkesine döviz getiriyor. Korunması lazım, büyütülmesi lazım, varsa sorunlarının çözülmesi lazım. Kendi ülkesine döviz getiren bir tarım alanı bu, bunun korunması gerekiyor. Taban fiyatın bu yıl en az 7,5 lira olması lazım. Hükümet yetkililerine sesleniyorum: 7,5 lirayı pahalı buluyorsanız, "bu rakam yüksektir" diyorsanız, sen de benim gibi sevgili Erdoğan gidip sabahın 5'inde bir gül topla bakalım nasıl? Bu 7,5 lira az mıdır, çok mudur göreceksin. Elde edilen gülyağı dünyanın her tarafına gönderiliyor, özellikle de Fransa'ya gönderiliyor, ağırlıklı olarak oradan talep geliyor. Isparta bu kadar değerli bir altını elinde tutuyor. O altını büyütecek olan siyaset kurumu. Umarım siyasetçi bunun gereğini yerine getirir.

Neden şikayet ediyorlar? İlaç sürekli artıyor, mazot fiyatı sürekli artıyor, gübre sürekli artıyor. Elde ettiğimiz ürünün de değerinde olması lazım. "Artı yevmiye veriyorum ben" diyor ayrıca. Ayrıca benim bir kâr elde etmem lazım. Taban fiyatın dediğim gibi 7,5 lira olarak açıklanmasını bekliyoruz. Aynı zamanda ciddi bir üretim planlamasının yapılması lazım. Gerçi planlama kavramı bunların kafasında yok ama biz yine de hatırlatalım. Ciddi bir üretim planlaması yapılması lazım. Teknolojik altyapı, yani Gülbirlik'in teknolojik altyapısının kesinlikle yenilenmesi gerekiyor daha verimli gülyağı elde etmek için. Bütün bunlar olur mu? Elbette olur. Bunların iktidarında olur mu? Bunların iktidarında olmaz. Kimin iktidarında olur? Halkın iktidarında olur, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidarında olur. Gülü savunanların, emek harcayanların iktidarında olur. Bunları yapacağız.

Şarkikaraağaç; o da Isparta'nın güzel bir ilçesi. Rahmetli Süleyman Demirel Isparta'ya çok büyük hizmetler etti. Kabul edelim, Şarkikaraağaç'ın da su işini halletti. Ama bunlar iktidar oldular 2011 yılında, dediler ki: "Ya o su kanallarını falan boş verin, pompaları durdurun. Biz size kapalı devre sulama yapacağız" dediler. Kapalı devre sulama yapacaklar. Ne zaman? 2011 yılında. Hangi yıldayız? 2021 yılı. Tam 10 yıldır her seçimde Şarkikaraağaç'a giderler, "efendim, kesinlikte kapalı devre su getireceğiz" diye vaatlerde bulunurlar, oylarını alırlar, Ankara'ya dönerler. Ankara'ya döndükten sonra da Şarkikaraağaç'ı unuturlar. Unutmayacak olan kim? Unutmayacak olan Cumhuriyet Halk Partisi. Biz unutmayacağız, gereğini yapacağız. Onlar yapmadılar, biz yapacağız. Onlar size önem vermediler, biz size önem veriyoruz. Onlar sizin oylarınızı almak için size yalan söylediler, biz size yalan asla ve asla söylemeyeceğiz. Bir şey yapıyorsak yapacağız. Yapamıyorsak neden yapamadığımızı açıklamak zorundayız. Temiz siyaset, ahlaklı siyaset, dürüst siyaseti biz getireceğiz. Şarkikaraağaçlılara buradan sözümdür: Uzun bir liste, 20'ye yakın köy var. 20'ye yakın köy aldatılmış vaziyette ve bu köylerin büyük bir kısmı ağırlıklı olarak AK Parti'ye oy veren köyler. Şimdi bu köylerde yaşayan vatandaşlarıma sesleniyorum: Sen oyunu verdin, sana vaatler verildi. Vaadin gereği olarak oyunu verdin. Kandırdılar mı? Kandırdılar. Bir dahaki seçimde yalan söyleyene oy verme kardeşim. Yalan söyleyene oy verdiğin takdirde, senin hakkını elinden alırlar. Bunun sadece Şarkikaraağaç'taki köylüler için söylemiyorum, her vatandaş için de söylüyorum. Eğer bir siyasetçi halkına yalan söylüyorsa, bilin ki o artık bu memlekete hizmet edemez.

Değerli arkadaşlar; güzel bir ürünümüz daha var: Doğal kekik üretimi. Denizli Pamukkale İlçemizin Güzelpınar Mahallesi bu değerli ürünü toplar. Yüzde 85-90'ı ihraç edilir. Dün bir haber: Efendim, kadınlar hükümet konağına gitmişler, hükümet konağına basmışlar. Neden? Kekik üretim alanını taş ocağına teslim ediyorsunuz? İkizdereli kadınlar; vallahi diğer kadınlara da örnek oldunuz. Bakın diğer kadınlar da kekik üretimi konusunda sizin gösterdiğiniz mücadeleyi gösteriyorlar. 

O nedenle verdiğimiz mücadele bir İkizdere mücadelesi değil, verdiğiniz mücadele bir hak, bir hukuk, bir adalet mücadelesidir. Köyünüze, ağacınıza, kuşunuza, kurdunuza sahip çıkıyorsunuz. Aynı şekilde Güzelpınar Mahallesi kadınlarına da yürekten teşekkür ederiz. Siz mücadeleyi verin, her türlü desteği biz size sağlayacağız.

Bugünlerde tartışılan çay ve fındık var, malum Karadeniz. Çay, Rize ve Artvin için stratejik ürün, başka ürün yok. Dolayısıyla insanlar bundan geçiniyorlar. Karadeniz içinde ayrıca fındık stratejik ürün ve başka bir ürün ekemiyorlar. Dolayısıyla bölge halkının gelir düzeyinin yükselmesinin en önemli gerekçesi bu iki ürüne verilecek olan taban fiyatın yüksekliğidir. Yani hakkı olan taban fiyatın verilmesidir. İtiraz ettiler çay üreticileri: "Verilen fiyat düşüktür. ÇAYKUR zaten gırtlağına kadar borca batmış vaziyette. Fiyatı yükseltin, devlet bu konuda destek olsun" diye ortaya çıktılar. Polisler ellerinde coplar, en sert şekilde müdahale ettiler. Ne diyorlar? "Efendim, Türkiye'de demokrasi var." Hangi demokrasi var? Çay üreticisi çıkmış, hakkını istiyor. Hak istemenin suç olduğu bir dönemi yaşıyoruz. O nedenle Rizeli kardeşlerim, Artvinli kardeşlerim; çay konusunda siz yıllardır itiraz ediyorsunuz, yıllardır haklarınız verilmiyor. Hiç aklınıza geliyor mu Allah aşkına ya? Oy verdiğiniz parti, yani AK Parti ya yıllardır Türkiye'ye tonlarca çay getiriyor kardeşim; dışarıdan ithal ediyor çay. Kaçak çay mı diyorsun? Git, her tarafta görürsün kaçak çayları. Biz ne yapacağız? Alın terinin hakkını vereceğiz. İthalatı kesinlikle yasaklayacağız. Kaçak çayı da meydana koyup dibine kibriti vereceğiz ve yakacağız, meydanda yakacağız.

Onlar sizin hakkınızı savunamaz, sizin hukukunuzu savunamaz. O verin, vermeyin ama iktidar sahiplerinin bu ülkede her vatandaşın hakkını teslim etmesi lazım. Biz size hakkını teslim edeceğiz ve siz zaten ondan sonra geleceksiniz yanımıza. "Böyle bir iktidar görmedik" diyeceksiniz. Cebini dolduran bir iktidar olmadık, olmadığımızı göreceksiniz. Sizin hakkınızı, hukukunuzu teslim ettiğimizi göreceksiniz ve siz sandığa gidince de vicdani kanaatinize göre oy kullanacaksınız. Ben bunu gayet iyi biliyorum.

Aynı şekilde fındık üreticileri; uluslararası tekelleri teslim ettiler fındığı. Bilmiyor muyuz? Biliyoruz. Bakın eğer bu düzen böyle giderse, önümüzdeki 10 yıl içinde bütün fındık üreticileri büyük bir tekelin işçisi olacak. Fındık bahçelerini satın alıyorlar şimdi. Ne olacak peki? İşçi olacak, asgari ücrete mahkum olacak. Bu tablonun da değişmesi lazım. Fındık konusunda fiyatın 35 lira olması lazım. Niçin 35 lira? Kardeşim Türk Lirası eridi zaten. Baktığın zaman zaten neredeyse 4 dolar ediyor. E bir fındık 4 dolar etmez mi? Dünyada bir numarasın, herkes bekler. Bunu verirler mi? Bu fiyatı verirler mi? Endişem var. Vermezler, niye vermezler? Uluslararası tekellere hizmet ediyor bunlar. Fındık üreticisine hizmet etmezler bunlar. AK Parti il başkanı da üreticiyi tehdit ediyor, "ayağını denk al" diyor yerel televizyona çıkıp. Birisi dönüp size "ayağını denk al" diyor ve siz de gidip tıpış tıpış ona oy veriyorsanız, elbette sizi açlığa mahkum edeceklerdir. Her birimizin uyanması lazım, her birimizin gerçekleri görmesi lazım. Çay üreticisinin de, fındık üreticisinin de, kekik üreticisinin de gerçekleri görmesi lazım.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği, 41 ilde kuraklık yaşandığını ifade etti. Bizden de zaten milletvekillerimiz 8 ayrı ile gittiler değişik bölgelerde, büyük bir kuraklık olduğunu da zaten biliyoruz, hepimiz görüyoruz. Değerli arkadaşlarım; dünyada ısının giderek yükseleceğini herkes biliyor. Dünyada ısı giderek yükseliyorsa, tarım için önlem almak gerekiyor, su için önlem almak gerekiyor, tarlaların bir şekliyle sulanması gerekiyor, çiftçinin bir şekliyle ürününü suyla buluşturması gerekiyor. Kim düşünecek bunu? İktidar sahipleri. İktidar sahipleri düşünüyorlar mı? Kesinlikle düşünmüyorlar, kesinlikte ama... Bakın Burdur'a gittiğimizde değerli arkadaşlarım, dediler ki: "Karacaören Barajı var, yıllar yılı bize söz verdiler Bucak Ovası'nı sulayacak diye. Yapmadılar." Yapmazlar kardeşim niye yapsınlar? Niye yapsınlar? Her seferinde gider, oy verirsen niye yapsın ki? "Zaten oylar keklik" diyor, zaten kafeste. "İstediğim zaman bir şeye giderim, bir vaatte bulurum ve oylarınızı alırım." Sonra? Unuturuz gider. Unutmayacaksın kardeşim. Sana söz verilmiş ve gereği yerine getirilmemişse, oyunun rengini değiştireceksin, vermeyeceksin kardeşim.

Aynı şekilde, Konyalı çiftçiler efendim yol kesmişler. Neden? Su gelmiyor diye. Günaydın, nihayet siz de uyandınız. Ya obruklar var kardeşim, yeraltı suları tükenmek üzere. Sormuyor musunuz sevgili Konyalı kardeşlerim, sevgili Konyalı çiftçi kardeşlerim; hani size söz verildi, bu Mavi Tünel yapılacaktı. Konya ovası sulanacaktı. Ya yıllardır bu söyleniyor, neden gereği yapılmıyor? Yapmazlar kardeşim yapmazlar, yapmazlar. Neyi yaparlar? Kafayı takmışlar, "Efendim, Kanal İstanbul'u yapacağım." Talan İstanbul olacak. "İstanbul'u talan edeceğim" diyor. "Rant var orada, Konya Ovası'nda rant var mı? Rant yok. O zaman Konya Ovası'na niye Mavi Tüneli yapayım?" diyor iktidardakiler. Sen de itiraz edeceksin kardeşim, sen de itiraz edeceksin. Para kimin için harcanacak? Çiftçi için mi harcanacak, rantiye sınıfı için mi harcanacak? Bunun yapılması lazım.

Efendim ekeriz, kuraklık olur. Bir şey olmaz, dışarıdan ithal ederiz. Zaten ithal ediyorlar. Mercimekten tutun nohuta kadar, soyadan tutun mısıra kadar dışarıdan geliyor zaten. Canlı hayvan da dışarıdan geliyor, et de dışarıdan geliyor. "Daha ucuza alıyoruz" diyorlar, halka yalan söylüyorlar. Bakın 2020 hasadı; buğdayda bin 650 lira fiyat verdiler, bin 650 lira. Dışarıdan 2 bin 400 liraya getirdiler; yüzde 46 fark var, fiyat farklı var. Mısır; bin 325 lira verdiler bizim çiftçimize, dışarıdan 2 bin 400 liraya getirdiler. Yüzde 81 fiyat farkı var. Ayçiçeği; 3 bin 300 lira fiyat verdiler, dışarıdan 6 bin liraya getirdiler; tam yüzde 82 fiyat farkı var. Kanola; 2 bin 900 lira verdiler bizim çiftçiye, dışarıdan 5 bin liraya getirdiler; yüzde 73 fiyat farkı var. Pamuk; içeride pamuk üreticisine 3 bin 850 lira verdiler, dışarıdan 7 bin 300 liraya pamuk getirdiler. Soya; 3 bin lira verdiler, dışarıdan 5 bin 700 liraya getirdiler; yüzde 92 artış var, fiyat farkı var. Kanolada yüzde 92 fiyat farkı var. Arpa; bin 400 lira verdiler bizim çiftçimize, dışarıdan 2 bin liraya yüzde 43 daha pahalı getirdiler. Kimi zengin ediyorlar? Yabancı çiftçileri. Ziraat Odası Başkanı bağırıyor, çağırıyor, raporlar hazırlıyor, gönderiyor her tarafa, hükümete, iktidar sahiplerine: Ya bakın, çiftçi perişan, mahvoldu. Saman bile elde edemiyor. Çözüm; iktidar sahiplerinden çözüm için, Allah rızası için bir cümle duydunuz mu? Sevgili çiftçi kardeşlerim, bir cümle ya, bir cümle... Duyamazsınız ama rantiye sınıfı olsa, hepsini orada görürsünüz, hepsini orada görürsünüz; havadan para kazananlar.

Normalleşme başladı. Umarım kısa süre içerisinde normalleşme yüzde 100 olur ve sadece biz değil, bütün dünyadaki insanlar maskelerini atarlar ve dolayısıyla daha güzel, daha huzurlu bir dünyada, sağlıklı bir dünyada birlikte yaşamış oluruz. Açıldı ama birkaç noktada iktidarın dikkatini çekmek de bizim görevimizdir.

Bunlardan birincisi şu: İşyerlerini açtınız; aşılamada önce işyeri sahibi ve orada çalışanların aşı olması lazım. Bunun yapılması lazım. Bu olduğu takdirde daha sağlıklı bir süreci başlatmış oluruz.

İkincisi, kiralarda stopaj kalkmadı, bunun kalkması lazım. Esnafın ne işi var? Gayrimenkul sahibinin yükünü niye getirip esnafın sırtına yıkıyorsun? Kaldırın bunu. İcra daireleri; bu dönemde icra dairelerini bir süre bırakın arkadaşlar. Adam bir nefes alsın, dükkanı açtı. Zaten parası olsa krallar gibi yaşayacak. Parası yok zaten bu adamın, borcunu ödeyemiyor bu adam. Bırakın gelir elde etsin, icra dairelerini erteleyin; 3 ay, 5 ay erteleyin, bir nefes alsın bu esnaf. Bankalardan ve esnaf kefalet kooperatiflerinden aldığı krediler var. Bunların faizlerini erteleyin, biz sileceğiz ama bunlar silemez de en azından erteleyin kardeşim, esnaf bir nefes alsın. Aynı şekilde kredi kartlarını kullandı esnafımızın büyük bir kısmı. Onun da bir şekliyle faizsiz ertelenmesi lazım.

Değerli arkadaşlarım; her ulus, her millet kendi tarihine saygı duyar. Kendi tarihi içindeki acı olayları da, sevineceği olayları da hafızasının, belleğinin bir yerinde tutar ama devlete büyük hizmetler vermiş kişileri hep saygıyla anar. Çünkü bu işin partisi olmaz. Devlete hizmet etmiş, alın teri dökmüş, günün 24 saati çalışmış ve bugün aramızdan ayrılan insanlara eğer söz edeceksek saygıdan söz etmeliyiz topluma, sevgiden söz etmeliyiz topluma. Saygı, sevgi temel kural olmalıdır. Ayasofya Camii'ni açtılar, güzel. Değerli arkadaşlarım, camide görev yapan imamların sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, birlikte yaşamayı anlatması lazım. Dert varsa, dertler konusunda, çözümler konusunda oturup toplumu aydınlatması lazım. Biz nasıl tarihimize saygılıysak, camilerde görev yapan imamların da tarihlerine saygılı olması lazım. Hele hele Müslümanlığın öngördüğü sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü ve barışı asla unutmamaları gerekir. Bütün dinlerin, bütün inançların temelinde insan sevgisi vardır, huzur vardır, birlikte yaşamak vardır. Kin ve nefret yoktur. Ya arkadaş sen Yunus Emre'yi de mi bilmiyorsun ya? Kinden beslenen bir din insanı olmaz, öfkeden beslenen bir din insanı olmaz. Acıtan da bu zaten değerli arkadaşlarım. Ayasofya'yı açtınız da, Atatürk'e hakaret etmek için mi açtınız Ayasofya'yı? Ya Atatürk; hayatını bu millet için vermiş kişi... O meczup acaba İstanbul'un işgalini biliyor mu? İstanbul'un işgal altında olduğunu biliyor muydu bir dönem?

Değerli arkadaşlarım; o meczup, Mustafa Kemal Atatürk, işgal altında Dolmabahçe’nin önünde yabancılara ait savaş gemilerini gördüğü zaman, “geldikleri gibi gidecekler” dediğini biliyor mu acaba? Bütün imam kardeşlerime benim saygım vardır, bütün din insanlarına saygım vardır. Toplumun onlara ihtiyacı vardır, onların da topluma ihtiyacı vardır. Ama hangi eksen üzerinde? Sevgi ekseni üzerinde, barış ekseni üzerinde. Sadece insan sevgisi değil, doğa sevgisini de onlar toplumu anlatmalıdır. Değerli arkadaşlarım, bu meczup kişi acaba Kahramanmaraş'ın kurtuluşunda ilk kurşunu atan Sütçü İmam'ı biliyor mu acaba? Sütçü İmam'ın ne söylediğini biliyor mu acaba? Söyleyeyim: "Her kim ki Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye aleyhine fetva verip düşmanlık yapar, bilin ki onların damarlarında kafir kanı vardır" diyor.

Bu meczupların geldiği yer "keşke Yunan gelseydi" eksenedir, bu eksenden geliyorlar, bu kültürden geliyorlar. Baskı altında yaşamayı kabullenmişler, hafızalarının bir yerinde tutuyorlar. Yahu neden bu hafıza kardeşim? Kim size bu bilgiyi veriyor? Ya açıp bir tarih kitabını okumuyor musunuz siz? UNESCO, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü nasıl tanımlıyor? Şöyle: "Atatürk, uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş, üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci. Sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder. İnsan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı gözetmeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusudur." UNESCO söylüyor bunu, bu meczup neler söylüyor?

Bugün Sayın Bahçeli de bu konuda bir sürü laf etmiş, konuşmuş. Güzel... Sayın Bahçeli'nin Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e sahip çıkması eyvallah, başımın üstüne. Ama asıl kızmamız gereken bu meczup mu? Bu meczup bu konuşmayı yaparken kimin önünde yapıyor bu konuşmayı? Devlet ricali önünde yapıyor. O devlet ricalinden bir Allah'ın kulu çıkıp: "Ya arkadaş, ne söylüyorsun? Yanlış söylüyorsun, bunu konuşamazsın" dedi mi? Demedi. Bahçeliye soruyorum: Sen kime kızıyorsun arkadaş? Bunu orada görevlendiren kim? O meczuba teslim eden kim? Hangi kafa? Kendi tarihine ihanet etmeyi kural haline getiren bir meczubu orada nasıl tutarsınız? Atatürk bizim ortak değerimizdir. Hepimizin sevdiği, hepimizin saydığı, hepimizin minnet duyduğu bir kişidir. Dolayısıyla Bahçeli, "Atatürk bizim kırmızı çizgimizdir" diyor. Güzel ama o çizgi biraz uzayıp, saraya doğru yaklaşınca renk değiştiriyor, renk değiştiriyor. Renk değişmeyecek arkadaş. Renk değiştiği andan itibaren bu iş olmaz, söylediğin havada kalır.

TÜİK, Türkiye'nin ilk çeyrekte yüzde 7 büyüdüğünü açıkladı. TÜİK dediğiniz kim? Türkiye İstatistik Kurumu. En büyük yalanları söyleyen kurum aslında, en büyük yalanları söyleyen kurum. Enflasyon onlara göre neredeyse hiç yok. Türkiye yüzde 7 büyümüş. Sordum çiftçiye: Arkadaş, gelirin arttı mı yüzde 7? ‘Yahu sizin de kuraklıktan haberiniz yok herhalde, perişan vaziyetteyiz" dedi. "Ürününün karşılığını alamadık’ dedi. “Ne yüzde 7 büyümesi, küçüldü.” İşsize sorduk, 10 milyonu aşkın işsiz var. Geliriniz arttı herhalde sizin, siz de büyümeden pay aldınız... “İşsizim" diyor. "Babam harçlık vermese bir şey yapamayacağım. Hangi büyümeden söz ediyorsunuz siz" diyor. Bakkala sordum, hadi işini iş, yüzde 7 büyümüşsünüz. "Ne büyümesi" diyor. "Aylardır dükkan kapalıydı" diyor. "CHP'li belediyeler olmasa vatandaşın veresiye defterini kapatacak kimse yoktu" dedi. Emekliye sordum, işinizi iş dedim. Ne güzel, Türkiye yüzde 7 büyümüş, siz de bundan nasiplendiniz. "Hangi nasip?" diyor. Bin 500 lira olsun emekli ikramiyesi; bir 100 lira verdiler, 400 lirayı da cebe attılar, başkalarının cebine attılar. Hangi büyümeden söz ediyorsunuz? Sizin çarşıdan, pazardan haberiniz var mı?" diyor emekliler. "Torunumun yüzüne bakamıyorum" diyor. Taksi şoförüne sordum. Tamam işiniz iş, yüzde 7 siz de büyüdünüz. "Aylardır çalışmıyorduk" dedi. Hangi büyüme? Evlere temizliğe giden kadınlara sordum, siz de bu büyümeden nasibinizi aldınız mı? "Pandemi dolayısıyla aylardır evlere temizliğe gidemiyoruz. Gidersek de asgari ücret veya günlüğü yevmiye alıyoruz" dedi. Hangi büyümeden söz ediyorsunuz? Apartman görevlilerine sordum. İşiniz iş dedim. Apartman görevlisisiniz, apartmana hizmet ediyorsunuz. Siz de yüzde 7 büyümüşsünüz herhalde? "Hayır efendim, asgari ücrete talim ediyoruz. Sigorta primimizin doğru dürüst yatıp yatmadığını da kontrol edemiyoruz korkudan, işimize son verirler diye." Berbere, kuaföre, manava sorduk, bir şey yok. Hepsi küçülmüş değerli arkadaşlarım. "Gelirimiz çok düştüğü için zaten devletten kredi değil, hibe istedik biz" diyorlar. Peki yüzde 7 büyüme oldu mu? Kesin olmuştur, kesin. Kimler büyüdü? Beşli çete; bir sefer yüzde 7 demek, onlara hakaret. Yüzde 7 değil, yüzde 40, yüzde 50, yüzde 60; o saydığım ne kadar insan varsa onlara gitmesi gereken parayı bu beşli çeteye verdiler.

Hepsinin işleri garanti. Dolar üzerinden, avro üzerinden zaten paralarını alıyorlar. Hiçbir sıkıntı yok. Devlete dolarla borç verenler, onlar da köşeyi döndü. İster içeride ,ister dışarıda. Parantez açalım mı burada Bahçeli için? Milliyetçi Hareket Partisi; Milliyetçi Hareket Partisi şu soruyu Erdoğan'a sorma cesaretini gösteriyor mu? Arkadaş, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nde Türk Lirası geçerlidir. Ne zamandan beri siz dolar üzerinden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından borç almaya başladınız? Parantezi kapatalım.

Saray beslemeleri; onlar yüzde 7, yüzde 50, yüzde zaten büyüyorlar, ihaleler zaten onlara veriliyor. Eskiden 1 maaş alanlar, şimdi 4-5 maaş alıyor. Onlar da bu yüzde 7'den büyük ölçüde yararlandılar. 1 maaş, 2 maaş, 3 maaş, 4 maaş, 5 maaş alıyorlar. Yetmiyor, bazıları dolarla maaş alıyorlar, bazıları Türk Lirası ile maaş alıyor. Bunlar yüzde 7 değil, belki yüzde 27, belki yüzde 57 faydalandılar.

Tefeciler, devleti soyanlar, yüksek faizle para verenler; bunlar da köşeyi döndüler ve daha önemli, güncel bir olay: Mafyanın keklediği siyasetçiler, onlar da bu işten iyi para kazandılar. Alıyorlar rüşvet, cepler dolu. Onlar şikayet eder mi? Şikayet etmez tabi. 83 milyon insan bir avuç kişiye çalıştı. Memleketi bu hale getirdiler. Dolayısıyla bunun üzerinde durmak gerekiyor. Kim büyüdü, kim büyümedi? Değerli arkadaşlarım; hep söylerim , devletin akılla yönetilmesi lazım. Devletin istişareyle yönetilmesi lazım. Devletin adaletle yönetilmesi lazım. Devletin bilgiyle yönetilmesi lazım. Devletin adaletle derken siyasetçinin, vatandaşına hesap vermesi lazım. Adil olması lazım devleti yönetenlerin. Devleti yönetenlerin vatandaşları arasında ayırım yapmaması lazım. Devleti yönetenlerin aynı zamanda ahlaklı olması lazım. Devleti yönetenlerin beytülmale el uzatmaması lazım. Devleti yönetenlerin tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruması lazım. Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenler, vatandaştan aldıkları her kuruşun hesabını vatandaşa verme onurunu yaşamaları lazım. Evet, ben her kuruşun hesabını veriyorum.

Ve devleti yönetenlerin kesinlikte halkına yalan söylememesi lazım. Devleti yöneten yalancı olamaz, olmamalıdır da zaten. 27 Mayıs'ta Yassıada'da bir toplantı yaptılar. Yassıada'yı Türkiye Odalar Borsalar Birliği'nin parasıyla bir beton ormanına dönüştürdüler. Oysa Yassıada’nın Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel bir yeri vardı, aynen korunması gerekiyordu. Yapmadılar, demokrasiye ihanet ettiler. Orada konuşma yapıyor beyefendi, İnönü'nün bir anlatımından söz ediyor. Allah Allah, böyle bir şey hiç duymadık. Meclis'te konuşmuş Rahmetli İnönü. Meclis tutanaklarına baktık, böyle bir konuşma yok. Hani olur da konuşmuş ama tutanaklara girmemiş, onu da soruşturduk. Böyle bir şey yok. Peki, Meclis'te konuşmamıştır da dışarıda konuşmuştur. Onu da araştırdık, İnönü Vakfı'na sorduk, tarihçilere sorduk, böyle bir konuşma hiç olmamış. Ya Erdoğan, bu kadar yalan söylerken senin hiç yüzün kızarmıyor mı? Yahu sen nasıl yalan söylüyorsun? Bu kadar yalanı nasıl söylüyorsun? Bir insan yalan söylerken yüzü kızarır ya.

Bakın, devlet nasıl yönetilir? Finlandiya Başbakanı, 300 avroluk sabah kahvaltısı, 300 avroluk. 300 avroluk sabah kahvaltısını devletin kesesinden ödedi mi, ödemedi mi? Finlandiya polisi bunu araştırıyor. 300 avro. Hani 3 bin avro demiyorum, 3 milyon avro demiyorum, 3 milyar avro demiyorum, 300 avrodan söz ediyorum. Kul hakkını yemeyeceksin diyor. Beytülmale el uzatmayacaksın diyor. “300 avro için devletin hazinesine el uzattıysan, ben bunun hesabını sorarım” diyor. 300 Avro... Peki biz? 1 dolar değil, 50 dolar değil, 300 dolar değil, 3 milyon dolar değil, 100 milyon dolar değil, 1 milyon dolar değil, 120 milyar dolar değil; ya 128 milyar doları sorduk, tık yok. Tık yok.

Şimdi soruyorum, kim ahlaklı? Kim ahlaklı, kim adaletli, kim kul hakkı yiyor, kim kul hakkı yemiyor, kim Müslüman gerçek anlamda, kim Müslüman değil? Buyurun beyler, ne diyeceksiniz? Onlar 300 avronun hesabını soruyorlar, biz 128 milyar dolar nerede dedik ve suçlu konumuna geldik. Vay bu soruyu nasıl sorarsın? Fakir fukaranın hakkını kim savunacak? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını kim savunacak? Soru sormak ne zamandan beri suç oldu?

Değerli arkadaşlarım, bir ülkede suçu açığa çıkarmak için soru soruyoruz ve sorduğunuz soru suç kabul ediliyorsa, orada demokrasi yoktur. Orada suçluların iktidarı vardır artık. Soru soruyoruz, 128 Milyar dolar nerede? Suçlanıyoruz, neden? İktidardakiler suçlu da onun için. "Neden bu soruyu bana soruyorsun?" diyor. Değerli arkadaşlarım; açık ve net söylüyorum: Türkiye Cumhuriyeti suçlular tarafından yönetiliyor. Erdoğan bir dava açacak, açmazsan namertsin, açmazsan namertsin... Mahkemede ispat edeceğim suçlular tarafından devleti yönetildiğini.

Değerli arkadaşlarım; 128 milyar doları sorduk, tamam. Cevabını alamadık, o da tamam. Milletin hafızasında bir yerde dursun. Bunu her yerde söyleyeceğiz. Tüyü bitmemiş yetim için bunu söyleyeceğiz. Hak, hukuk, adalet için bu soruyu soracağız, her yerde soracağız. Bu devletin içişleri bakanı, TRT'de programa katılıyor. Diyor ki: "Bir siyasetçiyi keklemişler." Yani rüşvet veriyorlar. Ne kadar? Ayda 10 bin dolar. Ben söylemiyorum, mafya da söylemiyor, yeraltı dünyasının aktörleri de söylemiyor, kim söylüyor? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin İçişleri Bakanlığı koltuğunda oturan kişi söylüyor. Bu çok önemli, niye önemli? Suçu biliyor, suçluyu da biliyor. Devletin televizyonda açıklıyor, birilerine mesaj gönderiyor. Her ay 10 bin dolar rüşvet alıyor, kim? Bir siyasetçi. Değerli arkadaşlarım; emniyet istihbarat kimin emrinde? İçişleri Bakanının. Jandarma istihbarat kimin emrinde? İçişleri Bakanının. Dolayısıyla İçişleri Bakanının kafadan attığı bir rakam değil bu, kişiyi de biliyor. Rakamı da veriyor, 10 bin dolar ve verenlerin dilinden de konuşuyor "keklemişler" diye, "kekliyorlar" diye. Bakın "savcı çağırırsa gideceğim, açıklayacağım" diyor. Şimdi benim AK Partili kardeşlerimin ve Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerimin dinlemesini istiyorum. Ne diyor kanun? Türk Ceza Kanunu bu gibi durumlarda ne diyor? Yüz kızartıcı suç bir sefer rüşvet, yüz kızartıcı suç. Şöyle diyor Türk Ceza Kanunu 279 uncu madde: "Kamu adına soruşturma ve kovuşturmayı gerektiren, bir suçun işlendiği göreviyle bağlantılı olarak öğrenip de yetkili makamlara bildirimde bulunmayı ihmal eden veya bu hususta gecikme gösteren kamu görevlisi, 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır." Söyledi, 10 bin dolar. Kime? "Bir siyasetçiye veriliyor" dedi. Suçu gizliyor mu? Suçu gizlemiyor. Suçluyu gizliyor mu? Suçluyu gizliyor. Soru şu: İçişleri Bakanı suçluyu niye gizliyor? Saraya şunu mu demek istiyor: Bana dokunma ha; dokunursan bu daha başlangıç. Normalde suç olduğunu İçişleri Bakanı bilir. Türk Ceza Kanunu’nun böyle olduğunu İçişleri Bakanı bilir ama şuna güveniyor. Ben onu teslim aldım, bana dokunamaz. Dolayısıyla hiçbir savcı bana bu soruyu soramaz ve ben koltuğumu garantilerim. Devleti bu mantıkla yönetirseniz, devleti mafyaya teslim ederseniz, terör örgütlerine teslim ederseniz, suç örgütlerine teslim ederseniz. Bu olay üzerine -geçen hafta da söyledim- ben dahil bütün CHP milletvekilleri bir dilekçe verdik ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’na dedik ki: "Çağır şu Soylu'yu; kardeşim burada 600 tane milletvekili var. Artı, aynı haklardan yararlanan bütün eski milletvekilleri var. Kim bu ayda 10 bin dolar rüşvete bağlanan siyasetçi, kim? Öğren ve gereğini yap. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni bu töhmetten kurtar" dedik. Tık yok onda da, hiçbir şey yok. Değerli arkadaşlarım; Şentop bu konuyu açıklamak zorundadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne düşen bu kara gölgeyi kaldırmak zorundadır. Eğer Şentop konuşmuyorsa acaba 10 bin dolar benzeri bir olay her ay ona da mı veriliyor?

Sessiz kalamaz, Şentop sessiz kalamaz. Saraydakiler sessiz kalabilir, onların tamamı zaten bir yerlerden besleniyorlar. 1 maaş, 2 maaş, 5 maaş, her şey var onlarda. Gönderir müteahhidini, İkizdere'ye gönderir; taşını, toprağını, hepsini yok edin diye talimat verebilir. Ama Şentop, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsil ediyor. Bu Meclis'in onurunu korumak zorundadır ve bu pisliği aydınlatmak zorundadır Şentop.

Şentop'a şu örneği vereyim: Hüsamettin Cindoruk 28 Ağustos 1994 tarihinde başbakanlığa bir yazı yazmış. Eğer Şentop bu yazıyı bulamıyorsa, ben yazıyı ona göndereceğim. Ne diyor? Yine bir dokunulmazlık dosyası dolayısıyla, haksız ve hukuksuz bir işlem dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı gibi davranmış ve aynen Başbakanlığa iade etmiştir. Kullandığı şu iki cümle çok önemli: "Meclis başkanı duygularının, partisinin, kamuoyu baskısının, inançlarının üstüne çıkabilmelidir" diyor. Sen meclis başkanısın ve devam ediyor: "Meclis başkanı, yetkisiz posta dağıtıcısı veya havale memuru değildir" diyor. Ama beyefendi posta memuru gibi, posta memuru. Yahu arkadaş, "bir siyasetçiye her ay 10 bin dolar rüşvet veriliyor" deniyor. Yahu sen nasıl sessiz kalıyorsun? "Koltuk uğruna yapamayacağım bir şey yoktur" diyorsa, kendisini tarihe havale edeceğiz. Peki sen ilerde torunlarının yüzüne nasıl bakacaksın? Evlatlarının yüzüne nasıl bakacaksın?

Değerli arkadaşlarım, bir şey daha: Soylu‘ya bakanlığı kim verdi? Erdoğan verdi. "Gel, içişleri bakanlığı koltuğuna otur" dedi, oturdu. Peki, 10 bin dolar rüşvet verdiğini devletin televizyonunda açıklarken Erdoğan bunu duymadı mı? Duydu. Erdoğan niye Soylu'yu çağırıp: "Ya arkadaş, bu 10 bin dolar rüşveti kim aldı?" diye bir soru sordu mu? Sormadı. Sorabilir mi? Soramaz. Ayrıca şunu da sorması lazım: "Ya arkadaş, çıktın devletin televizyona, bir siyasetçinin her ay 10 bin dolar rüşvet aldığını söyledin. Bir de çıktın, bir şey daha söyledin. Eskiden içişleri bakanlarının çocuklarının evlerinde para sayma makinaları vardı" dedin. “ Ya 17-25'le bana bir mesaj mı vermek istiyorsun?” Soylu koltuğunu garantiye alma peşinde, Erdoğan da Soylu‘ya sahip çıkmak zorunda. Böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Eğer siz hükümeti yeraltı çetelerine teslim ederseniz, yeraltı çeteleri hükümet erbabına, üyelerine talimat verirse, böyle bir tablo çıkar ortaya.

Değerli arkadaşlarım; AK Partili kardeşlerime sormak isterim, Milliyetçi Hareket Partili kardeşlerime de sormak isterim: Sizin evlatlarınız, çocuklarınız işsizken,  birileri her ay 10 bin dolar çetelerden para alırken ve iktidar bunun üzerine yürümezken, siz önümüzdeki süreçte ne yapacaksınız? Acaba vicdanınızın sesini dinleyecek misiniz? "Ya böyle bir tablo Türkiye'ye yakışmıyor" diyecek misiniz? "Yeter artık" diyecek misiniz? Ben bunu bekliyorum. Yeter artık demek zorundasınız. Soyulan bir Türkiye istemiyoruz, büyüyen bir Türkiye istiyoruz, huzurlu bir Türkiye istiyoruz. Beraber yaşamak istiyoruz, bunun sağlanması lazım.

Değerli arkadaşlarım, bir soru: Mafya gücünü nereden alır? Yani yeraltı çeteleri güçlerini nereden alırlar? Cevabı gayet basit; siyasi iktidarı ele geçirerek alırlar. Onlara para verirler, Soylu'nun deyimiyle keklerler ve istediklerini yaptırırlar. Zindaşti uyuşturucu kaçakçısı nasıl çıktı hapishanelerden? Böyle çıktı. Elde ettiler siyasetçiyi, hakime talimatlar verildi ve çıktı. Değerli arkadaşlarım; devleti yönetenleri kontrol ettiğiniz anda, yönettiğiniz anda devleti yönetmeye başlarsınız. Devleti yönetenleri yönetiyor yeraltı dünyası. Düşünün, 80 milyon insan, 83 milyonu insan yeraltı dünyasından bir liderin -pazar mı, hangi günler şey yapıyor- ne söylediğine bakıyor. Böyle bir tablo Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yakışıyor mu Allah aşkına ya? Memleketi bu hale kim getirdi? Bakın değerli arkadaşlar; siyasetçiye rüşvet verdiğiniz andan itibaren elde ederseniz ama Türkiye'nin aleyhine olur, kaybeden Türkiye olur.

Örnek: İki tane rüşvetçi büyükelçi atadılar değil mi? Atadılar. Rüşvetçi arabasında Türk bayrağı taşıyor; evet, Türk bayrağı taşıyor. Peki bu rüşvetçiye yabancılar daha büyük para verip, devletin sırlarını alabilirler mi? Alabilirler. Çünkü biliyorlar, bu adam rüşvetçi; verirsin parayı, istediğin bilgiyi alırsın. Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde bu duruma düştü mü? Hiç düşmedi. Bir diğer soru, asıl sorumlu kim? Asıl suçlu kim? Bunları yapanlar, buna izin verenler. Rüşvetçiyi sonra suçlayacaksın. Rüşvetçiyi o makama getiren, asıl sorumlu odur zaten, ona bakacaksın. Boşuna demiyordu damat, "at izi it izine karıştı" diye. Bir bildiği var, o da görüyor zaten.

Değerli arkadaşlarım, bizi radyolarında, televizyonlarında izleyen saygıdeğer vatandaşlarım; bu iktidar Türkiye Cumhuriyeti tarihinin gördüğü en vasat iktidardır, en beceriksiz iktidardır, en dar görüşlü iktidardır. Sadece ailesini ve yakın çevresini düşünen ve Türkiye'yi düşünmeyen iktidardır. Bu iktidar, illegal organizasyonlarla iç içe geçmiş olan bir siyasi iktidardır. Bu iktidar, beceriksiz ve etkisiz bir iktidardır ve bu iktidar bizim omuzlarımıza, 83 milyonun omuzlarına ciddi yükler getiren bir iktidardır. O nedenle diyoruz, bir an önce seçime gitmeliyiz. Halkın huzura ihtiyacı var, beraber yaşamaya ihtiyacı var. Kavgaya değil, barışa ihtiyacı var. Her evde huzurun, her evde bereketin olması lazım. Buna ihtiyacı var Türkiye'nin. Türkçe'nin mafyadan beslenen, mafyadan para alan siyasetçilere ihtiyacı yok. Türkiye'nin devletin hazinesine saygı gösteren, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyan siyasetçiye ihtiyacı var, namuslu siyasetçiye ihtiyacı var, akıllı siyasetçiye ihtiyacı var, düzgün siyasetçiye ihtiyacı var.

Ben “seçim” diyorum; Erdoğan kaçacak delik arıyor. Niye kaçacak delik arıyor? Kimden kaçıyorsun arkadaş, kimden kaçıyorsun? Milletten kaçılır mı? Sandığı koyacaksın, vatandaş seni istiyorsa zaten bir daha geleceksin, bana ders vereceksin. "Bak sen seçim istedin, er meydanı dedin, çıkıyorum er meydanına" diyeceksin. Er meydanı; "efendim meydan olmaz, biz televizyona çıkalım" diyorsan senin kanalların var; A Haber var değil mi? Vallahi gelirim. Sende yürek varsa, sende cesaret varsa, ister CNN Türk olsun, ister A Haber olsun, ikisine de çıkarız. Cesaretin varsa, yüreğin varsa gel kardeşim, gel.

Koskoca Cumhurbaşkanısın, sarayların var. Hiçbir Osmanlı padişahına nasip olmayacak kadar sarayların var senin. Çetelerin var, binlerce trollerin var. Her türlü kafa karışıklığını yapabiliyorsun. Etrafında beslemelerin var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni çiftlik gibi yönetiyorsun. İstediğin kişiye, istediğin ihaleyi veriyorsun. Kanun tanımıyorsun, Anayasa tanımıyorsun, istediğin gibi hareket ediyorsun ama "gel arkadaş, sandığı koyalım" dediğin zaman kaçacak delik arıyorsun. Niye kaçıyorsun? Niye kaçıyorsun? Millet seni istemiyor kardeşim, bunu görmen lazım. Zorla güzellik olmaz. Memleketi mahvettin, perişan ettin. Değerli arkadaşlarım; kendisini çok büyük görür kibirli insanlar ama ona şunu söylüyorum: Erdoğan sen mi büyüksün, millet mi büyük? Millet senden büyük. Sen milletten kaçamazsın, kaçamazsın. 

Ayrıca kaçmak bir siyasetçiye yakışmıyor yani. Öyle değil mi, kaçmak bir siyasetçiye yakışır mı? Geleceksin kardeşim; istedin mi, gel diyeceksin. Sandığı koyuyoruz, tamam diyeceksin. Der mi? Diyemez, diyemez. Biliyor niye diyemeyeceğini ama millet büyüktür, halkımız büyüktür. Bütün bu sorunları çözeceğiz. İkizdereli kadınlar hiç meraklanmayın; vallahi çözeceğim sizin sorununuzu, taşınıza, toprağınıza sahip çıkacağım. Taşınıza, toprağınıza sahip çıkacağım. Hiç merak etmeyin.

Hepinize en içten sevgiler, saygılar.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR