Diyanet'ten Çocuklara Çok Faydalı Site
cocuk.diyanet.gov.tr'de çocuklar için eğitici öğretici bilgiler. Çocuklarınızı boş oyunlardan uzak tutmak için faydalı bir site. hem eğlensinler hem öğrensinler.
14.07.2015 09:44:23
Bu haber
4134 kez okundu
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI'NDAN ÇOCUKLARINIZIN EĞİTİMİNE ÇOK FAZLA YARARI OLACAK BİLGİLERİ İÇEREN ÇOCUK SİTESİ.
ÇOCUKLARINIZ İÇİN TIKLAYINIZ
Alti üstü bir saklambaç oyunuydu oynadiklari. Yillardir hemen her güzel günde, Yusuf'larin bahçesinde oynadiklari, basit, eglenceli ve hepsinin çok sevdigi o oyun iste. Eren gözlerini her zamanki gibi kapadi. Ve her zamanki gibi 50'ye kadar saydi. Ama ondan sonraki hiçbir sey, eskisi gibi olmadi. Gözünü açtiginda, ne yaslandigi kavak agaci kavak agaciydi, ne de yan komsunun bahçesindeki inek inekti…
-Hey, neler oluyor burada, diye bagirdi. Yusuf, Emin, Ayse, Deniz neredesiniz?
Ses yoktu. Saklambacin kurali, ebenin digerlerini tek tek arayip bulmasi degil miydi? Tabi ki arkadaslari durduk yere nerede olduklarini ona söylemeyecekti. Etrafi aramaya basladi Eren. 50'ye kadar sayarken her seyin bu kadar degismis olmasi inanilmazdi. Normalde bu acayip halden korkmasi, kalbinin güm güm atmasi gerekirdi ama, nedense bir sakinlik vardi bugün üzerinde.
Su inekle yer degistiren deve de komik seydi dogrusu. Sirtindaki hörgücü, Eren'in resim dersinde çizdigi daglara benziyordu. Pat diye kafasina bir sey düstü agaçtan. Ilk kez dalindan yeni kopmus yas bir hurma görüyordu. Yusuf'un dedesi sik sik umreye ve hacca giderdi. Her gittiginde de bolca hurma getirirdi. Ama onlar kurutulmus hurmalardi. Görünümleri de, tadlari da bundan biraz farkliydi.
-Of, çok sicak, dedi tisörtünün içine hava girmesi için ucundan tutup sallarken.
Günese de bir seyler olmustu. Sanki o gözünü kapatip açana kadar dünyaya biraz daha yaklasmisti. Neyse ki etrafta su hurma agaçlari vardi da biraz gölgelenebiliyordu. Yine de bu sicakta arkadaslarini arayacak gücü yoktu.
-Yusuf, Ayse, Emin, Deniz, nerdesiniz? Ben vazgeçtim oynamiyorum. Çikabilirsiniz, diye seslendi.
Bacaklarinin iki adim daha atacak hali kalmamis gibiydi. O bunlari düsünürken deve yanina gelip ayaklarinin dibine çöktü. Gözleri ne de güzeldi. Acaba Eren'in kendisini sevmesine izin verir miydi? Bir anda arkadas oluverdiler. Eren o komik hörgüçlerin üzerine oturdugunda, deve de yavas yavas yerinden kalkip yürümeye baslamisti. Nereye gidiyorlardi, bu deve kimindi, burasi neresiydi, hiç bilmiyordu. Bildigi tek sey; tüm bunlari merak ettigiydi. Bu merakini gidermek için deveyle yolculuk etmesi gerekiyordu.
-Senin bir adin var mi?, diye sordu Eren deveye.
Sanki devenin konusmasi çok normal bir seymis gibi sordu soruyu hem de. Ve hiç sasirmadi deve ona:
-Hüsn, dediginde.
Hüsn, güzellik demekti. Bu adi kim koyduysa, iyi etmisti. Deve gerçekten de çok güzeldi.
-Sen bir de Kusva'yi görseydin, diye cevap verdi Hüsn. O hem kendisi hem de yolcusu güzel bir deveydi.
-Kimi tasiyordu ki?
-Allah'in Peygamberi Hazret-i Muhammed'i…
Ve büyük bir avlunun önünde egildi deve. Beyaz minarelerin arasindan görünen bu yesil kubbeyi resimlerde görmüstü. Burasi Mescidi Nebevi, yani Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in türbesinin de bulundugu mescitti.
-Nasil olur? Medine Urfa'dan çok uzakta. Buraya nasil geldim?
-Içeri tek basina girmelisin, dedi deve. Seni burada bekleyecegim.
Devenin üzerinden inip, mermer avluda yürümeye baslayinca, çevresindeki diger insanlari fark etti.
-Oh neyse, sonunda tüm bu olanlari sorabilecegim birileriyle karsilastim, diyerek ilerledi.
Büyük kalabaliklar halinde avluya girenler “Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala ali Muhammed” diyerek salavat getiriyordu. Birbiriyle ilk kez su anda bu avluda karsilasmis binlerce insan, herhangi bir koro sefine ihtiyaç duymadan, gerçek ve uyumlu bir koro gibi seslendiriyordu Peygamberlerine olan selamini. Eren de katildi onlara. Onun bu hali hosuna gitmis olacak ki, yasli bir kadin yanina gelip basini oksadi.
-Teyzecigim, bana yardimci olabilir misiniz?, demenin tam sirasiydi.
Ama kendisi gibi gözleri de yasli olan bu kadin, belli ki onun dilinden anlamiyordu. Kadinin yanindaki genç adama sordu. Yine cevap yoktu. Yiyecek bir seyler uzattilar Eren'e. Gülümseyen gözlerle baktilar. Kendi dillerince konustular. Bolca:
-Masallah, dediler ve sonra yollarina devam ettiler.
Arkadan gelen gruba soracakti ama, tümü çekik gözlü bu insanlarin Uzak Dogulu olduklari belliydi. Onu yine anlamayacaklardi. Sol taraftakiler zenci, öndekiler Hintli, sagdakiler Ingilizce konusan Avrupalilar, onlarin yanindakiler Araplardi. Bir yerlerde mutlaka Türkler de olmaliydi. Onlari bulana kadar yürümeye kararliydi.
Bir anda herkes oldugu yerde durdu. Ezan okunuyordu. Namaz kilinacakti. Renkleri, kültürleri, dilleri birbirinden oldukça farkli bu insanlar bir anda saf tuttu. Imamin “Allahuekber!” nidasina herkes uydu. Cemaat o kadar kalabalikti ki, insanlar secde ederken, alinlarini birbirinin ayaklarinin üzerine koymak zorunda kaliyordu. Namaz bitip herkes duasini etmeye koyulunca, ileriye dogru yürüdü Eren. Dünyanin, yildizlarin, uzay boslugunun, gezegenlerin, günesin, ayin ve insanlarin, agaçlarin, kuslarin,taslarin ve hatta karincalarin bile onun ugruna yaratildigi bir Peygamber'in huzurundaydi. Bu ona simdiye kadar hiç yasamadigi farkli bir nese vermisti.
- Cennet bahçesine hos geldin!, dedi omzuna dokunan elin sahibi.
- Aaa! Selim Dede! Cennet bahçesi mi? Öldük mü biz yoksa?
Gülümsedi yasli adam. - Imkani elverip de sagliginda Peygamberimizi ziyarete gelenler, onun sefaatiyle yani yardimi ile müjdelenmistir. Onun yardim eli, insanliga cennetin anahtarini uzatir. Hazreti Muhammed, yalnizca öbür alemdeki cenneti müjdelemez insanliga. Allah’in Onun elçiliginde gönderdigi Islam dini, dünya hayatini da cennete çeviren, mükemmel bir rehberdir. Selim dedeyi çok severdi Eren. Arkadasi Yusuf’un dedesiydi aslinda, ama bütün mahallenin çocuklari “dede” derdi ona. Selim dede, Peygamber Efendimizin kabrinin bulundugu yere Ravza denildigini söyledi. Simdi onlar Ravza- i Serif ile Peygamberimizin inananlara Islam'i anlattigi yer olan Minberi Serif’in tam ortasinda duruyorlardi. Buraya Mescid-i Nebevî deniliyordu. Mescid-i Nebevî, Kâbe’yi de içine alan Mescid-i Haram’dan sonra, yeryüzünün en kutsal ikinci ibadet yeriydi. Eren ve Selim dede, cennet bahçesi denilen bu yerde birlikte dua ettiler. Kendileri, aileleri, komsulari, arkadaslari, dünyadaki tüm insanlar için; iyilik, saglik, baris ve dogruluk dilediler. Fakirler için rizik, hastalar için sifa, üzülenler için mutluluk, kavga edenler için baris, kötü aliskanligi olanlar için iyi huy… Dualari uzadikça uzuyor, istenilen seylere durmadan yenileri ekleniyordu. Zamaninda Mescid-i Nebevî’nin duvarina bitisik gölgelikte, yoksul, genç ve bekar Kur'an ögrencileri yasardi. Islam'in ögretilerini insanliga yayan bu güzel insanlara Ashabi Suffa deniliyordu. . Kedilerin babasi olarak bilinen Ebu Hüreyre de burada yetismisti.
- Artik gitmeliyiz, dedi Selim Dede. Veda etmeliyiz en sevgiliye.
- Biraz daha burada kalsak olmaz mi?
- Otobüsümüz kalkmak üzere, dedi Selim dede. Haci olabilmek için Mekke’ye, Peygamberimizin dogup büyüdügü topraklara gitmemiz gerekiyor. Hac ibadetinin de tipki namaz gibi, belli bir zaman içinde yapilmasi gerekiyor. Bu zamanin disinda yapildiginda; kesin bir sekilde emredilmis olan Hacci degil, güzel bir ibadet olarak tavsiye edilmis olan Umre’yi gerçeklestirmis oluruz.
- Kabe de orada mi?
- Evet yavrum. Insanligin kalbinin attigi Kabe, yani Allah’in yeryüzündeki evi Kabe, Mekke’de.
- Sevgili Peygamberim, dedi Eren içinden. Senin yanindan ayrilmayi hiç istemiyorum. Ama Kabe’yi de merak ediyorum. Hem sen de Mekke’de dogmussun. Seni daha iyi tanimak, yasadiklarini anlamak için, oraya gitmeyi de istiyorum. Simdilik hosça kal. Senin sevgini kalbimde, gittigim her yere beraberimde götürecegim, söz veriyorum. Amin, deyip ellerini yüzüne sürerken aklina devesi geldi.
- Ama ben otobüse binemem ki?
- Neden?
- Çünkü beni buraya bir deve getirdi. Avlunun disinda bekleyecekti.
- Merhaba Hüsn, dedi Selim dede deveyi görünce. Demek tanisiyorlardi.
- Tamam öyleyse, Hüsn eger izin verirse ben de seninle gelirim. Hüsn egilerek hörgüçlerini onlara uzatti. Selim Dede ve Eren devenin sirtina atladi.
- Iyi ki otobüse binmemisiz, dedi Selim Dede yolda. Mekke’ye tipki Hazreti Peygamber ve arkadaslari gibi gidiyoruz baksana.
Yol boyunca, Peygamberimizin Medine’ye neden Hicret ettigini anlatti Selim Dede. Hatta Müslümanlarin hicret sirasinda insa ettigi ilk mescide gidip, Kuba Mescidi’nde namaz kildilar. Sonra Mekke’nin fethini anlatti Eren’e Selim dede. Hazreti Peygamber’in dogdugu sehre geri dönüsünü. Yol henüz bitmemisti ama:
- Burada devemizden inmemiz gerekiyor, diyerek Selim Dede deveyi çöktürdü.
- Yoksa yolculugun buradan sonrasini yürüyerek mi tamamlayacagiz?
- Hayir yavrum. Devemize tekrar binecegiz. Ama önce ihrama girmemiz gerekiyor.
- Ihram bir magara falan mi? Oraya nasil girecegiz?
- Ihram hac ibadetimizi yapabilmemiz için giyecegimiz özel bir kiyafet. Hani siz okula giderken o okulun ögrencisi oldugunuzu gösteren formalar giyiyorsunuz ya, onun gibi bir sey iste. Ihram kiyafetini çok merak etmisti Eren. Salih dede çantasindan çikara çikara ikiser parça beyaz kumas çikarinca saskinligini gizleyemedi.
- Sen dikis dikmeyi biliyor musun?, diye sordu hemen. Anlasilan burada bir süre kalmamiz gerekecek. Kiyafet dikmek uzun süren bir is. Anneannem dikis dikiyor, oradan biliyorum.
- Erkek ihraminin özelligi dikissiz bir kiyafet olmasi, dedi ve bu kumaslarin vücuda sarilarak nasil bir elbiseye dönüstügünü Eren’e gösterdi Salih dede.
- Peki ya kadinlar?
- Onlar da el ve yüzleri disinda tüm bedenlerini örten bir kiyafet giyerek ihrama girerler. Aslinda ihrama girmek demek, yalnizca ihram kiyafeti giymek demek degil yavrum. Bu kiyafet, Hac ibadeti sirasinda Allah’a verdigimiz sözleri tutacagimizi temsil eden bir hatirlatici. Ihrama girdikten sonra; tirnak kesmek, tiras olmak, av hayvanlarina ve zararsiz hayvanlara zarar vermek, onlari öldürmek yasaktir. Bu kural bitkiler için de geçerlidir. Aslinda Yaraticimiz olan Allah, yarattigi tüm canlilara, her zaman sefkatli ve merhametli olmamizi ister. Hac ibadeti sirasinda bize bunu bir kez daha hatirlatir.
Eren de kendi ihramini giydikten sonra,
- Kabe’yi görmeye hazir misin?, diye sordu Selim dede.
- Hazirim, aslinda onun resmini sizin evinizde sik sik görüyorum. Siyah bir kutuya benziyor, dedi Eren.
- Evet, iste o siyah kutu, tipki uçaklardaki kara kutular gibi, insanligin tüm bilgilerini içinde saklayan yeryüzünün ilk mabedi.
Gitgide heyecanlaniyordu Eren. Neyse ki Sinan dede durmadan anlatmaya devam ediyordu da, kulaklari kalbinin gümbürtüsüne takilip kalmiyordu.
- Hazreti Adem cennetten ayrilmisti ama cennetteki bir seyi çok özlüyordu. Meleklerin Beyt-i Mamur etrafinda dönerek Allah’a ibadet edislerini… Allah’in da emriyle, yeryüzündeki insanlarin tipki melekler gibi etrafinda dönerek ibadet edebilecegi bir mescit insa etmeye karar verdi. O cennet yurdundan dünyamiza indirilmis ilk erkekti. Böyle bir bina yapmaya tek basina gücü nasil yetecekti? Allah için güzel seyler yapmak isteyenlere, Allah en güzel yardimcilari yollardi. Hazreti Adem’in yardimcisi Cebrail Aleyhisselam ve diger melekler oldu. Kabe tamamlandiktan sonra, Hazreti Adem “Ya Rabbi” dedi. “Her çalisanin bir ücreti vardir. Benim de bir ücretim var.” Onun güzel çabasinin elbette bir karsiligi vardi. Üstelik yalnizca kendisi için degil, onun soyundan gelen herkes yani kiyamete kadar yasayacak tüm insanlar için… “Ey Adem! Seni affettim, Senin zürriyetinden bu Beyt’i ziyarete gelip, günahlarindan tevbe edenleri de affettim.” müjdesi, ilk tavafin ücreti oldu… Nuh tuhafi sirasinda, dünyadaki pek çok seyle birlikte Kabe de yikildi. Yeryüzünden izi silindi. Onu insanlikla yeniden tanistirma görevi, Hazreti Ibrahim’e verildi. Hazreti Ibrahim’in kissasini birazdan anlatacagim. Ama simdi gözlerini kapa. Çünkü açtiginda Beytullah, yani Allah için yeryüzünde insa edilmis ilk ev karsinda olacak. Ve o an gönlünden geçenler; Yüce Yaratici tarafindan kabulüne söz verilmis bir dua sayilacak.
- Tipki masallardaki gibi, dedi Eren. Yani Kabe’yi ilk gördügümde Allah bana “Dile benden ne dilersen.” mi demis olacak?
- Evet, dedi Salih Dede. Tipki masallardaki gibi… Hayati güzel bir masal gibi yasamak bizlerin elinde. Iste biz burada, bunun provasini yapiyoruz aslinda. Eren haccin yalnizca yaslilarin yaptigi bir ibadet oldugunu saniyordu. Ama burada görmüstü ki, aslinda bu yolculuk, gerçek bir masala benziyordu. Masallari da en çok çocuklar severdi. Burada pek çok çocuk görmüstü. Hatta anne babalarinin kucaklarinda bebekler bile vardi. Her yastan, her irktan, her ülkeden, toplumun her kesiminden gelip burada toplanmis olan bu insanlar, ilk dedeleri Hazreti Adem’in adimlari üzerinde yürüyordu. Hepsi birbirinin kardesiydi…
Aklindan bir sürü dua geçirmisti Eren Kabe ile karsilasana kadar. Gece olup deve üzerinde uykuya daldiginda bile aklindan geçen dualar onu yalniz birakmadi. Rüyasinda; akülü arabalar, çizgi filmlerdeki süper kahramanlara ait özel güçler, kamyonlar dolusu dondurma, uçabilen bir kaykay ve daha bir sürü hayali içeren dualari tekrar edip duruyordu. Ama devenin tepesinde sabah ezani ile uyanip, gözünü açar açmaz Kabe’yi karsisinda görünce, önceden hazirladigi dualarin hepsini unuttu.
- Allah'im seni çok seviyorum, sen de beni ve ailemi, arkadaslarimi, sevdiklerimi sev, diyebildi.
Öyle ya, Allah’in sevgisini kazanmak dünyanin en büyük hazinesiydi. Seven sevileni mutlu etmek ve korumak ister, ona cömert davranirdi. Allah’in sevgisini kazanmak demek, hayallerimize bile sigmayacak güzelliklerin bizim için gerçek olmasi anlamina gelirdi. Eren kalbinden geçen duanin, rüyasindaki seyler degil de “sevgi” olmasina seviniyordu.
Sabah namazini Kabe’de kildilar. Dünyanin her yerinde, Müslümanlar namaz kilmak istediklerinde Kabe’ye yöneliyordu. Bunun ne anlama geldigini Eren simdi daha iyi anliyordu. Namaz bittikten sonra, tavaflarini yaptilar. Tavaf dualar ederek Kabe’nin etrafinda dönmek demekti. Meleklerin ibadetlerini yeryüzünde taklit etmekti. Bunu yaparken herkes tek bir agizdan :
-Lebbeyk Allâhümme lebbeyk,lebbeyke lâ serîke leke lebbeyk,innel hamde venni’mete leke vel mülk,lâ serîke lek, diye sesleniyordu.
Dünyanin en büyük korosu, siniftaki varligini ögretmenine duyuran çocuklar gibi “Buradayim!” diyordu. “Buradayim Allah’im buyur! Senin ortagin yoktur, hizmetine geldim. Hamd ve nimet senindir. Mülk senindir, ortagin yoktur”
Tavaf sonrasinda burada olmanin mutluluguna tesekkür için iki rekat namaz kildilar. Susamisti Eren. Burada nereden su içebilirdi acaba?
-Gel buraya, dedi Selim Dede.
-Bu senin hac dönüsünde bizlere hediye olarak getirdigin zemzem degil mi?
-Evet, bu zemzem. Zemzemin hikayesini biliyor musun?
-Aslinda sen bize anlatmistin. Ama bir daha anlat. Çünkü bu hikayeyi çok seviyorum.
-Hazreti Ibrahim, Nuh tufanindan sonra izleri silinen Kabe’yi yeniden insa etmekle görevlendirilmisti. Bu konudaki ilk emir, o zamanlar henüz bir bebek olan oglu Ismail ve esi Hacer’i Mekke ovasina birakmasi idi. Mekke insan yerlesiminin olmadigi, kurak ve issiz bir yerdi. Hacer bebegi ile buraya birakilmasinin Rabbinin emri ile gerçeklestigini ögrenince, itiraz etmedi. Çünkü biliyordu ki, Allah’in istegi ile olan seyler; o anda bize zor ve katlanilmazmis gibi görünse bile, sonrasinda içinden harika hediyeler çikacak paketlere benzerdi. Paketin açilmasini sabirla bekleyenlerin yüzü mutlaka gülerdi. Hazreti Hacer, esinin ona biraktigi su bitince etrafi aramaya koyuldu. Önce en yakin yer olan Safa tepesine çikip çevreye bakti. Sonra Merve tepesine. Bir ona bir buna kosarak bu arayisi tam yedi kez tekrarladi. Merve tepesine son gelisinde, kanadiyla zemzem kuyusunu kazan melegin yardimi ona eristi.
-Bu suyu yeryüzüne bir melek mi çikarmis?
-Evet, bir melek biz insanlar için çikarmis.
Eren sudan bir yudum alip gözlerini kapadi. Bir melegin kanatlarina degermis gibi hissetti dudaklarini. Sonra Hazret-i Hacer’i düsündü. Hazret-i Ibrahim’i… Bazen geceleri susayarak uyandiginda annesine seslenirdi. Annesi kendi uykusunun en derin yerinde, hemen yatagindan firlar ve ona su getirirdi. Anneler çocuklarinin ihtiyaçlarini karsilamakta ne kadar da sefkatliydiler. Allah da bu sefkati, kendi sefkati ile artirmis ve inananlara melek kanatlarinin dokundugu bir su hediye etmisti. Bu su, varligin sebebi Hazreti Muhammed’in dedesi tarafindan asirlar sonra tekrar kesfedilmis, açiga çikarilmis ve o günden sonra hiç durmaksizin akarak, Müslümanlara rahmet olmustu. -Peki Safa ve Merve tepelerine de gidecek miyiz?
-Evet, gidip tipki Hazreti Hacer gibi o iki tepenin arasinda hizlica yürüyecegiz. Yani say yapacagiz.
-Ne zaman?
-Simdi… Ama önce sana göstermek istedigim seyler var.
Kalabaligin içinden yol bularak, Kabe’ye yaklastilar. Burada Hazreti Ibrahim makami diye bir yer vardi.
-Hazreti Ibrahim Kabe’yi insa ederken, oldukça yasliymis, dedi Selim Dede. Oglu Ismail, üzerinde dikilerek duvarlari örebilmesi için ona bu tasi getirmis.
-Peki ya insanlarin dokunmak için birbirleriyle yaristigi bu siyah tas?
-O Hacerül Esved. Yani anlami tam da senin söyledigin gibi siyah tas. Her tavaf onun hizasinda baslar ve onun hizasina gelindiginde tamamlanir.
Kalabaligin içinden yol bularak, Kabe’ye yaklastilar. Burada Hazreti Ibrahim makami diye bir yer vardi.
-Hazreti Ibrahim Kabe’yi insa ederken, oldukça yasliymis, dedi Selim Dede. Oglu Ismail, üzerinde dikilerek duvarlari örebilmesi için ona bu tasi getirmis.
-Peki ya insanlarin dokunmak için birbirleriyle yaristigi bu siyah tas?
-O Hacerül Esved. Yani anlami tam da senin söyledigin gibi siyah tas. Her tavaf onun hizasinda baslar ve onun hizasina gelindiginde tamamlanir. Bu tas, Cebrail Aleyhisselam tarafindan hacilara bir isaret olmasi için cennetten getirilmis.
-Ona dokunabilir miyim?
-Tabi ki…
Dikkatlice yaklasarak Hacerül Esved’e dokundular. Meleklerin kanatlari bu kez de Eren’in avuçlarinin içinde geziniyordu sanki. Cennetten çikan bir yakuta dokunmak bu kadar güzel bir duyguysa, cennetin kendisinde olmak kimbilir ne kadar harika olurdu.
-Hazreti Adem’in neden cenneti özledigini simdi anladim, dedi.
Saylarini tamamladiktan sonra Hüsn’ün yanina geldiler.
-Bakalim bu kez bizi nereye götüreceksin?
Beyaz bir evin önünde durdu deve. Burasi Hazreti Peygamberin annesi Amine’nin bebegi olarak dünyaya geldigi yerdi. Sonra Mekke müzesini gezdiler. Buradaki pek çok sey Osmanli izi tasiyordu. Osmanli sultanlari, basta Mekke ve Medine olmak üzere, mukaddes beldeler ve emanetlere büyük hizmetlerde bulunmustu. Hatta Asri Saadetten sonra Kabe’ye en büyük hizmeti Osmanlilar götürmüstü. Kabe örtüsünün her yil yenilenmesi, duvarlarina altin oluklar yapilmasi, Hacilarin kolayca buraya ulasabilmesi için Hicaz Demiryolu’nun yapilmasi, Kabe binasinin temellerine kadar inilerek yeniden insasi ve Hacerül Esved in muhafazasi hep Osmanli sultanlarinin yadigarlariydi. Kanuni Sultan Süleyman’in sevgili esi Hürrem Sultan ve kizi Mihrimah’in burada yaptirdigi su yollari hala dimdik ayaktaydi.
-Gezi bitti, dedi Selim Dede. Istikametleri Arafat Dagi idi.
Bazi rivayetlere göre, Arafat Dagi Hazret-i Adem ile Hazret-i Havva’nin yeryüzünde karsilasip kavustuklari yerdi. Hacc ibadetinin sartlarindan biri Kurban Bayrami’nin arefe gününde bu dagda durmakti.
-Durmak mi?, dedi Eren. Durup beklemenin bir ibadet oldugunu bilmiyordum.
-Evet, Arafat Dagi’nda durmak bir ibadettir. Bu ibadetin Arapça adi da “Vakfe”dir.
-Yani yarin safak sökene kadar burada böylece durup, ibadet mi etmis olacagiz?
-Yarin safaga kadar burada, diger Müslüman kardeslerimizle birlikte duracagiz. Namazlarimizi kilip, bol bol dua edecegiz. Peygamberimizi ve arkadaslarini düsünecegiz. Onlarin neler yasadigini, bizlere neler anlattiklarini… Sonra da Kabe’ye dönüp tavafimizi tamamlayip, haci olacagiz.
-Bu daga tirmanmak zor degil mi?
-Pek de zor sayilmaz. Bak su tarafta merdivenler var. Biliyor musun, Peygamber Efendimiz de kendisinden önceki pek çok peygamber gibi Kabe’yi tavaf eder, Arafat da vakfeye dururdu. Daha sonra bu ibadet, saglikli, akil sahibi, hür ve maddi imkanlari olan tüm Müslümanlara farz kilindi. Emrin gelmesinden sonra Güzel Peygamberimiz, bir kez daha hac yapabildi. Ve bu haccinda, bütün insanliga örnek bir hutbe ile, inananlara seslendi. Hazret-i Muhammed Veda Hutbesi’ni, tipki su an bizim oldugumuz gibi, devesi Kasva’nin üzerindeyken verdi. Eren Hüsn’ün sirtini oksadi. Arafat vadisindeki insanlara bakti. Tipki o gün oldugu gibi bugün de, Allah ve Rasulü’nün davetine uyup, dünyanin her yanindan buraya gelmislerdi. O günü gözünde canlandirmaya çalisti.
Alemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamber, insanlarin mallarinin, canlarinin ve namuslarinin kutsal ve koruma altinda oldugunu açikliyordu. Emaneti sahibine ulastirma konusunda titiz davranin diyordu. Kan davalarini, haksiz kazanci, hirsizligi, zalimce davranmayi yasakliyordu. Kadin haklarindan söz ediyordu. Bütün insanlarin esit oldugundan bahsediyor, üstünlügün yalnizca Allah’in emirlerine uymakla kazanilacagini söylüyordu. Eren, Hazret-i Muhammed’e neden “alemlere rahmet” denildigini simdi daha iyi anliyordu. Böyle merhametli bir peygamberin ümmeti olmaktan gurur duyuyordu. Hüsn ile vedalasip, merdivenlerden daga tirmanmaya basladilar.
-Peygamberimize ilk vahiy bu dagda mi gelmisti?
-Hayir, o dag Nur Dagi idi. Nur Dagi’ndaki Hira magarasinda.
-Oraya da gidecek miyiz?
-Istersen, Hazret-i Ebu Bekir ile Medine’ye hicret ederken kaldiklari magaraya, Sevr Magarasi’na da gideriz.
-Hani su örümcegin ag ördügü magara mi?
-Evet örümcegin ag örerek, Peygamber ve en yakin dostunu, onlari öldürmek için arayan zalimlerden korudugu magara.
-Çizgi filmlerde süper kahramanlar hep olaganüstü yeteneklere sahip oluyor, dedi Eren. Ama gerçek kahramanlarin olaganüstü yeteneklere ihtiyaci yok. Küçücük bir örümcek, koskoca bir peygamberin kahramani olabiliyor.
-Üstelik Kuran-i Kerim’de Ankebut isimli bir surede adi geçiyor, diye ekledi Selim Dede. Sonra ezberinden o sureyi okumaya basladi. Küçük yaslarda Kuran’i ezberleyerek hafiz olmustu Selim Dede. Sesi de çok güzeldi. Öglene dogru vakfe yapacaklari yere geldiler. Eren Urfa’nin sicagina aliskindi. Ama burasi Urfa’dan bile sicakti. Yine de kimse halinden sikayetçi degildi. Hatta kimse, kurak ve tas yiginlarindan ibaretmis gibi görünen bu topraklardan ayrilmak istemiyordu. O aksam Arafat’dan Müzdelife’ye hareket ettiler. Burada 70’er tane tas toplamalari gerekiyordu. Bunun nedenini Selim Dede ertesi sabah açikladi.
Ankebut: Örümcek demektir. Kur’an’ın 29. suresinin de adıdır. Ama sandığın gibi Sevr Mağarası’ndaki örümcek hikayesi nedeniyle almamıştır sure bu adı. İnsanların yaptıkları yanlış işlerin, doğru şeyler karşısında bir örümcek ağı gibi dayanıksız kalacağını anlattığı için surenin adı ankebuttur.
Arafat: Robinson Crouse’nin hikayesini hepiniz bilirsiniz. Issız bir adaya düşüp Cuma ile karşılaşana dek ne kadar da yalnızdı. Şimdi bir de Hazreti Havva ile Hazreti Adem’i düşünün. Koskoca yeryüzünde ikisinden başka kimse yoktu. Hiç tanımadıkları bu yerde yapayalnızdırlar. Yeni bir eve taşındığınızda, yeni bir okula başladığınızda yaşadığınız yabancılığı hatırlıyor musunuz? Cennette yaşarken, şeytana kandıkları için birden bire yeryüzüne taşınan bu iki insan kimbilir nasıl duygular içindeydiler. Hazreti Havva ile Hazreti Adem yeni yurtlarında birbirlerine Arafat Dağı’nda kavuştu. Ve Yüce Allah onları, işte burada bağışladı. O günden sonra da Arafat Dağı, inananların biraraya gelerek Allah’ın rahmetine kavuşacaklarını anlatan bir sembol halini aldı. Hazreti Muhammed veda hutbesini bu dağda yaptı. Müslümanlar Kurban bayramından bir gün önce Arafat Dağı’nda bulunarak Hacı olurlar.
Arefe: Bayram hazırlıklarının tamamlandığı, baklavaların şerbetlerinin verilip, yeni kıyafetlerin dolaba asıldığı bu gün, bir türlü bitmek bilmez. Ertesi gün alınacak harçlıkların ve şekerlerin hayaliyle gözlere uyku girmez. Bayramdan bir gün önceki arefe günü, hangi mevsimde olursa olsun bana kalırsa yılın en uzun günü ilan edilmeli…
Ashab-ı Suffa: Peygamberimiz için mescid yalnızca namaz kılınan bir yer değildi. İlk emri ‘oku’ olan islam dini, akıl etmeyi ve öğrenmeyi bir ibadet kabul ediyordu. Bu nedenle mescid aynı zamanda bir okuldu. Hz. Muhammed, bu nedenle Mescid-i Nebevi’nin duvarına bitişik bir gölgelik kurdurdu. Adı Suffa olan bu gölgelikte, genç, bekar ve yoksul öğrenciler yaşıyordu. Ashab-ı Suffa olarak anılan bu öğrenciler, İslam’ı bizzat Peygamber Efendimizden öğrendi. En güzel şekilde yaşadı ve gelecek nesillere aktarılmasında önemli katkılarda bulundu.
Asrı Saadet: Saadet yani mutluluk zamanı denilen bu dönem, Peygamberimiz hayattayken yaşandı. Onun güzel davranışları ve öğretileri zamanın yalnızca Müslümanlarına değil, tüm insanlarına adalet, merhamet ve mutluluk yaymıştı.
Âlem: Sabahtan beri sana bir şeyler anlatıyorum. Hep komik taraflarını buluyorsun, bir alemsin… Âlem dediysem kötü bir şey değil, sakın yanlış anlama. Âlem demek, bütün bir evren demektir. Yani gözünle gördüğün göremediğin herşeyi içine alan kocaman sonsuzluk.
Belde: “Evladım o kemerin belde olması lazım. Ne diye yerde duruyor?” Sen de benim gibi biraz dağınıksın galiba. Aslında benim dağınıklığımın nedeni, kendime ait yeterince yerimin, mekanımın olmayışı. Yani şöyle koca bir evin tüm odalarına, yok yok bir kaç evin, yok yok tüm mahallenin, hatta tüm çevrenin benim olmasına ihtiyacım var. Ancak bu şekilde eşyalarımı düzgünce yerleştirebilir, dağınıklığımın üstesinden gelebilirim. Mekan, yer ve çevre anlamına gelen büyük bir beldeye ihtiyacım var benim.
Beyt: Beyti kebaptan söz ettiğimi sandın ve ağzının suyu aktı bakıyorum. Merak etme, aklına türlü kebap çeşitleri getirip canını çektirmek değil niyetim. Beyt kelimesinin anlamını söylemek istiyorum sadece. Beyt Arapça’da ev demek. Beyti kebap da günümüzde lokantalarda yapılsa da, evim kebap gibi bir anlam taşıyor aslında. Bak benim de canım çekti şimdi.
Beytullah: Beytullah sözlük anlamı olarak Allah’ın evi demek. Küçük kardeşlerimin hemen bavullarını hazırlamaya başladığını, Allah’ın bu evde yaşadığını sandığını ve onu ziyarete gitmek istediğini duydum, doğru mu? Kelimenin anlamı her ne kadar Allah’ın evi olsada, aslında Beytullah, yeryüzünde Allah için yaptırılan ilk ev demek. Allah bizler gibi yaşamak için bir eve ihtiyaç duymaz. Onun varlığı her yerde ve her an hazırdır. Herhangi bir mekana sığması mümkün değildir. Ama siz yine de bavullarınızı hazırlayın. Çünkü Allah Kabe’sini ziyaret edenlere, cennette kendisini göstermeyi vaad ediyor.
Dua: Sevdiklerimizle konuşmak hepimize iyi gelir. İsteklerimizi, sıkıntılarımızı, mutluluk ve üzüntülerimizi hep sevdiklerimizle paylaşmak isteriz. Bizi sevenler de asla sıkılmazlar sesimizi duymaktan. Hatta sesimizi duymak için kilometrelerce öteden telefon açan, otobüslere, uçaklara binip onca yolun zahmetini çeken dedelerimiz ninelerimiz vardır. İşte Allah da, biz kullarını öyle çok sever, öyle çok sever ki, onunla konuşmamızı ve sesimizi ona duyurmamızı ister. Bu yüzden de kalbimizden geçen şeyleri dua ederek onunla paylaşmamızdan çok memnun olur. Bunu ibadetlerin en güzellerinden biri olarak kabul eder.
Emanet: Geçen gün arkadaşım havuza girerken, cebindeki şekeri korumam için bana verdi. “Eğer şeker şortumun cebindeyken havuza girersem, şekerim erir. Bunu tutabilir misin?” dedi. Ben de tuttum. Aslında canım da çok şeker yemek istiyordu. Ama şekeri arkadaşım bana korumam için vermişti. Yemem için değil. Yani onu bana emanet etmişti. Tam o sırada başka bir arkadaş koşarak gelip elime çarptı. Az kalsın şekeri düşürüyordum. Neyse ki dikkatli ve sağlam bir şekilde tutuyordum da birşey olmadı. Yoksa arkadaşımın emanetini koruyamamış olurdum. Neyse arkadaşım havuzdan çıktıktan sonra bana dedi ki, “Şekerimi tuttuğun için teşekkür ederim. Gel şimdi birlikte dolabıma gidelim. Çünkü orada bir tane daha şeker var. Onu sana vermek istiyorum.” İyi ki de sabredip şekeri yememişim. Eğer öyle yapsaydım, hem suçluluk duyacaktım, hem de güvenilmez biri olacaktım. Oysa şimdi keyifle arkadaşımın hediye ettiği şekerimi yalayabilirim.
Farz: Allah bizler için herşeyin en iyisini bilendir. Yani nasıl yaşarsak daha mutlu olacağımızı, neler yaparsak sonunda sevineceğimizi bilir. Bunun için de bizlere Kur’an’ında öğütler vermiştir. Bu öğütlerin bir kısmını kesin bir şekilde yapmamızı ister. Yapmamamız halinde hem kendimize kötülük etmiş olacağımız, hem de Allah’ın hoşnutluğundan uzaklaşacağımız bu şeyler, farz olarak adlandırılır. Farzlar, pille çalışan bir oyuncağın pilleri gibidir. Onlar olmadan oyuncağın çalışması nasıl mümkün görünmüyorsa, farzları uygulamadan iyi bir müslüman olmak da imkansızdır.
Hac: İslam dini, büyüklerimizi, akrabalarımızı, sevdiklerimizi hatta bizden önce yaşamış insanların kabirlerini ziyaret etmemizi bize sıkça öneriyor. Ziyaretin bu kadar önemsendiği dinimizde, ziyaretlerin en güzeli olan Kâbe’ye gidiş; hac ibadeti olarak islamın beş şartı arasında yer alıyor. Zilhicce ayı içinde gerçekleşen bu ibadeti, maddi durumu uygun olan her yetişkin Müslümanın mutlaka yapması gerekiyor.
Hacı: Hac ibadetini yerine getiren kişiye denir. Bizler yalnızca yaşlı teyze ve amcalara hacı hitabını kullanıyoruz ama, işin aslı; maddi imkanları yeterli olan her yetişkin Müslümanın hacı etmesi kesin bir şekilde emredilmiştir. Yani haccetmek hepimize farzdır.
Hacerü’l- Esved: İlerde Zemzem suyunun hikayesinde Hazreti Hacer’den bahsedeceğim zaman, Hacerü’l- Esved’in de onunla ilgili bir şey olduğunu zannedebilirsin. Ama öyle değil. Hacer, Arapça’da taş demek. Esved ise simsiyah anlamına geliyor. Hazreti İbrahim’in kabenin duvarına yerleştirdiği siyah taşa Hacerü’l- Esved deniliyor.
Hamd: Dünya bizler için yaratılmış harika bir yer. Vücudumuz yaşayabilmemiz için tasarlanmış mükemmel bir makine gibi. Annemiz, babamız, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, çevremizdeki hayvanlar, yediğimiz yiyecekler, içtiğimiz su, şu an bunları okuyabilmeni sağlayan gözlerin, aklın ve hafızan, hepsi ama hepsi Allah’ın sana hediyesi. Arkadaşın seninle simidini paylaştığında ya da annen sana bir sakız aldığında teşekkür ettiğinie eminim. Peki Allah’a her saniye almanı sağladığı hava, uzayan saçların ve tırnakların, yiyeceklerin tadını alan dilin ve sayamayacağım sonsuz nimetleri için teşekkür etmek ister misin? İşte bu teşekküre hamd diyoruz.
Hazret: Bu kelimeyi sıkça duyuyorsun. Peki anlamını hiç merak ettin mi? Haydi bir tahminde bulun. Kimlerin isimlerinden önce bu kelimeyi kullanıyoruz? Peygamberlerin, bilgin, düşünür, devlet adamı gibi herkesin sevdiği ve kıymet verdiği önemli kişilerin… Hazret kelimesi yüceltme için kullanılan bir ifadedir. Bu sebeple saygı duyulan kişilerin isimlerinin başına getirilir. Genellikle eskiden yaşamış önemli kişilere hazret denildiğini sanıyorsan yanılıyorsun. Sen de yaşantın ve yaptıklarınla insanların gelecekte “Hazret” lakabı ile andığı biri olabilirsin. Ne dersin?
Hicaz: Hac ve umre ibadetlerinin gerçekleştirildiği bölgeye Hicaz denilir.
Hicret: Hiç evinin çatısına bir leylek yuva yaptı mı? Leylekler ilkbaharda gelip kendilerine çatılarda yuva yaparlar. Sonbaharda birlikte hava koşulları kötüleşince, leyleklerin yaşamını olumsuz şekilde etkilemeye başlayınca, onlar da sıcak memleketlere göç ederler. Ama hep orada kalmazlar. Havalar ısınıp, onların yaşamları için uygun şartlar oluşunca, çatıya tekrar dönerler. İşte Peygamberimiz ve ona inanan müminler de, memleketleri olan Mekke’de zor günler yaşıyordu. Müşrikler onların inandıkları gibi yaşamlarını engelliyor, türlü işkencelerle hayatlarını tehdit ediyordu. Müslümanlar da, Allah’ın emri ile 622 yılında Medine’ye göç etti. İşte bu olaya Hicret diyoruz. Hicri takvimin de başlangıcı olan bu tarih oldukça önemlidir. Çünkü Müslümanlar Medine’de daha da güçlenmiş ve doğdukları topraklara Mekke’nin fatihleri olarak geri dönmüşlerdir.
Hicri Takvim: Bir yılda kaç ay var? Peki bu ayların isimlerini biliyor musun? Dilersen bir de ben sayayım. Muharrem, safer, rebiyyülevvel, rebiyyülahir, cemaziyelevvel, cemaziyelahir, recep, şaban, ramazan, şevval, zilkade, zilhicce. Ramazan dışındaki ayların isimlerini pek duymamış olabilirsin. Ama biliyor musun, dünyada yalnızca güneşin hareketlerini esas alıp; ocak ayı ile başlayan ve aralık ayı ile biten miladi takvim kullanılmıyor. Müslümanlar oruç ve hac gibi ibadetlerini, gökyüzündeki ayın hareketlerini esas alan başka bir takvime göre yapıyorlar. Başlangıç yılı Peygamberimizin hicreti ile başlayan bu takvime ‘Hicri Takvim’ deniliyor. Hicri takvimde bir yıl bazen 354 bazen ise 355 günde tamamlanıyor.
Hira Mağarası: Düşünmek, bir konuya yoğunlaşmak ya da bazı şeyleri daha iyi anlamak istediğinde yalnız kalmayı tercih eder misin? Hazreti Muhammed, kendisine peygamberlik indirilmeden önce öyle yapardı. Yalnız kalmak için seçtiği yer, Hira Mağarası’ydı. Cebrail Aleyhisselam ilk vahyi burada getirdi. Kur’an-ı Kerim’in ilk emri olan ‘oku’ bizlere Hira Mağarası’nda hediye edildi.
Hutbe: Cuma ve bayram namazlarında minberde okunan dua ve verilen öğütlere Hutbe denir. Ne dersin, minbere çıkınca bir de hutbe denemesi yapabilir misin?
Hüsn: Hüzün demedim yahu, hemen dudağını sarkıtma. Hüsnü ya da Hüsniye ismini duymuşsundur. İşte bu isimlerin kökü olan kelimeyi söyledim. Hüsn dedim. Yani güzellik…
İhram: Okula giderken neden forma giydiğini hiç düşündün mü? Forman, senin hangi okulun öğrencisi olduğunu gösteren sembolik bir kıyafettir. Toplumda belli görevleri olan yetişkinler de üniformalar giyer. Mesela polisler, askerler, doktorlar ve hemşireler. Peygamberler, insanların ebedi mutluluğa ulaşması konusunda eğitimlerini bizzat Cenabıhak’tan almış en yüce öğretmenlerdir. Ve ilk insan, ilk peygamber Hazreti Adem’den günümüze, Kâbe yeryüzünün ilk mabedidir. Bu mabedin ziyaretçisinin giydiği kıyafete de ‘ihram’ denir. Hacılar, ibadetlerini yerine getirirken ihramlarını giyerler. Erkekler iki parçadan oluşan dikişsiz ve beyaz örtülere bürünür. Kadın için tek tip bir kıyafet zorunluluğu yok. Biliyorsun onlar farklı giyinmeyi severler. Allah, örtünme kurallarına uygun olmak koşuluyla kıyafetlerini sevdikleri ve istedikleri gibi giyinme konusunda kadınları serbest bırakmış. “Ama okulun öğrencisi oldukları nasıl anlaşılacak?” diyorsan, onun da bir yolu var. Allah kadınları, kendilerine helal olan bir erkekle hacca gitmeleri konusunda uyarmış. Yani erkekler ihram giyecek, kadınlar da ihramlı erkeklerin yanında olacak.
İlk mescid – Kuba: Mahallenizdeki caminin ne zaman yapıldığını biliyor musun? Peki ya kim tarafından yaptırıldığını? Müslümanların ilk ibadethânesi olan Kuba mescidi, Peygamberinizin isteği üzere 622 yılında yaptırıldı. Bu tarihi hatırladın değil mi? Mescidin yapımının Hicret ile aynı tarihe denk gelmesi tesadüf değil. Peygamberimiz arkadaşları ile hicret ederken, Kuba denilen yerde bir süre konakladı. Sonrasında da buraya bir mescid inşa edilmesini istedi. İşte bu mescid İslam’ın ilk ibadethânesi olan Kubu Mescidi idi.
İstikamet: Bu sözü en çok uçaklarda duyarsın. Uçak havaalanından kalkıp nereye gidiyorsa, o yön uçağın istikametidir. Okula gitmek için evden çıktğında senin istikametin de okuldur. Yani gidilecek yöne istikamet denir.
Kusva: Kusva’yı tanıyorsun. O, Peygamberimizin devesiydi. Peygamberimizin onunla birlikte neler yaptığından bahsedeyim istersen sana. Mesela Mekke’den Medine’ye onun sırtından hicret etti. Medineli müminler onu evlerinde ağırlamaka için yarışıyordu. Peygamberimiz ev sahibini seçme kararını, sevgili devesi Kusva’ya bıraktı. Hudeybiye Savaşı’nda onun sırtındaydı. Arafat Dağı’nda Veda Hutbesi’ni okurken de öyle… Hazreti Muhammed’e Cebrail (a.s.) tarafından Maide Suresi vahyedilirken, Rasullallah üzerindeydi. Vahye şahit olma şerefine erdi. Peygamberimizin vefatının ardından üzüntüsünü tıpkı insanlar gibi ağlayarak gösterdi. O günden sonra tüm zamanlarını Bedir şehitliği ile Peygamber efendimizin kabri arasında gözü yaşlı dolaşarak geçirdi.
Mescid: Mescid denilince; namaz kılmak için yapılmış, camiden daha küçük yerler aklımıza geliyor. Halbuki ilk Müslümanlar mescidlerini; ibadet etmek, fikir alışverişinde bulunmak, kararlar almak, sevinç ve üzüntüleri paylaşmak, bilgi edinmek ve eğitim almak için inşa ediyorlardı. Sözlük anlamı ‘secde edilen yer’ olan mescidin ilk örneği Kuba Mescidi’dir. Yeryüzünün ilk mescidi ise Kâbe’dir.
Mescid-i Haram: Aslında sen bunu biliyorsun. Peygamberimizin doğum yeri olan Mekke’de bulunan Kâbe’yi içine alan büyük mescidden bahsediyorum. Hürmetli, saygı duyulan mescid anlamına geliyor. Aman kafalar karışmasın. Caminin küçüğü olan mescidlerden değil. Aksine bu mescid yeryüzünün en büyük en görkemli en önemli mescidi.
Mescid-i Nebevi: İşte yine görkemli bir mescid daha. Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye göç ettikten sonra yaptığı ilk şey Medine’ye yakışır güzellikte bir mescid inşa etmek olmuş. Bir gün göç etmem gerekirse gittiğim yerde önce kendime güzel bir apartman yaptırırım diyen arkadaş! Duyuyor musun?
Mülk: Odandaki yatak, kitaplığındaki kitaplar, kalemlerin, çantan, ayakkabıların, elbiselerin, şampuanın, sana ait olan herşey mülkün. Allah’ın sahip olduğu herşey ise onun mülkü. Yani bu durumda sence kainattaki mülkün asıl sahibi kim?
Minber: Camilerin içinde sağ tarafta duran merdivenli yapıları bilirsin. Hani Cuma günleri imamların çıkıp, konuşma yaptığı şu üçgenimsi yeri diyorum. Eminim oraya en az bir kere çıkmış ya da çıkmaya teşebbüs etmişsindir. İşte onun adı minber. Hala minbere çıkmak istiyorsan, cami imamından izin istemelisin. Sana yardımcı olacaktır.
Nida: Heeey arkadaş, beni duyabiliyor musun? Sana sesleniyorum. Haklısın seslenmem için konuşmam gerekirdi. Halbuki ben yazıyorum. Sana sesimle seslenseydim, buna nida da diyebilirdim.
Nimet: Yok yok okuldaki aşçı Nimet Teyze’den bahsetmiyorum. Çok iyi, mutlu ve cömert biri biliyorum. Adının anlamına çok uyan bir kişiliği var yani. Nimet, iyilik, rızık ve mutluluk demek.
Peygamber: Yeni aldığın ve nasıl oynanması gerektiğini bilmediğin bir oyuncağın olduğunu düşün. Kutuyu açınca ne yaparsın? Oyunun nasıl oynandığını anlamak ve oyuncağı bozmadan oynayabilmek için, kuralları anlatıp, oyuncağın doğru çalışma şeklini tarif eden kitapçığı okursun. Kainatı ve bizleri yaratan yüce Rabbimiz de nasıl yaşarsak doğru, neleri yaparsak yanlış olacağını anlattığı kitaplar yolladı bize. Bu kitaplar bir hediye paketinin içinden çıkmadı tabii ki. Cebrail adlı büyük bir melek, Allah’ın sözlerini bizler gibi birer insan olan peygamberlere iletti. Peygamberler de bu sözleri, bizlere öğretti. Onlar yeryüzünün gelmiş geçmiş en iyi öğretmenleri.
Rahmet: Hiç düşündün mü neden biri vefat ettiğinde “Allah rahmet etsin” denilir? Çünkü ölerek aramızdan ayrılan yeni yurduna doğru yolculuğa çıkan kişiye Allah merhamet ederse, bu o kişi için başına gelebilecek en güzel şey olacaktır. Allah, merhamet ettiğini sonsuz güzellikler ve nimetlerle donattığı cennetine koyacaktır. Rahmet, merhamet demektir. Ve Allah merhametlilerin en merhametlisidir.
Ravza-i Muttahhara: Peygamberimiz hala, onu sevgiyle bağrına basan Medinelilerin misafiri. Kabri Mescid-i Nebevi’nin içindeki Ravza-i Mutahhara’da bulunuyor. Ravza Arapça’da bahçe mutahhara ise temizlenmiş ve takdir edilmiş anlamına geliyor. Yeryüzünün en kıymetli insanının şereflendirdiği böyle bir bahçe, başka bir adla anılmazdı ki zaten.
Rehber: Telefonla arkadaşını aramak istediğinde numarasını bulmak için rehbere bakarsın. Hiç bilmediğin bir yere tatile gittiğinde ya da müze ziyaretinde de çoğu kez orayı ve oradaki şeyleri iyi bilen birine, yani bir rehbere ihtiyaç duyarsın. Yani bilmediğin konularda sana yol gösteren, doğruyu bulmana yardımcı olan her şey bir rehberdir aslında.
Rızık: Küçükken babanın neden işe gittiğini sorduğun olmuştur. Mutlaka birileri de sana “Rızık kazanmak için,” demiştir. Çalışan kişilerin para kazandığını bildiğin için rızkın para anlamına geldiğini sanman normal. Para da bir rızıktır ama, aslında hayatımızın devamını sağlayan herşey bizim rızkımızdır. Soluduğumuz hava, misafirlikte içtiğimiz bir bardak su, komşu teyzenin ağaçından koparıp uzattığı bir avuç dut, piknikte arkadaşımızın getirdiği ve bizim de tadına baktığımız börek, aslında Allah’ın bize nasip ettiği rızıklardır.
Salavat: Telefonda konuşurken, bir tanıdığımızla karşılaştığımızda, internette yazışırken, karşımızdakinin yanında olan sevdiklerimize sık sık selam göndeririz. Selam göndermek, o kişiye olan sevgimizi, onu hatırladığımızı, özlediğimizi anlatan bir ifadedir. Peygamber Efendimiz ebedi alemde, alemleri yaratan Yüçe Allah’ımızla birlikte. Ve bizler ona selam göndermek istediğimizde “Allahümme salli ala seyyidine Muhammed” diyoruz. Bu selamı da salavat olarak adlandırıyoruz.
Say: Hac’dan gelen zemzemi lıkır lıkır içtiniz. Afiyet şifa olsun. Onu size getirenler, taşırken epey yorulmuş olmalılar. Teşekkür ettiniz mi? Zemzem suyu çıkana kadar, Hazreti İbrahim’in eşi Hacer de epey yorulmuştu. Yanında getirdiği su bitip de bebeğine içirecek su bulamayınca, Mekke’deki Safa ve Merve tepesinin arasında yedi defa gidip gelmiş, su bulmak için çabalamıştı. İşte onun bu çabalayışı, bugün Hacca ve umreye giden Müslümanlarca taklit ediliyor. Buna da “Say” deniliyor. O gün ona yardım edip, yeryüzünün en bereketli suyunu hediye eden Yüce Rabbimiz; bizlere sonsuza kadar yardım edeceğini, sözlerin en güzeli olan Kur’an-ı Kerim’de kesin bir dille vaad ediyor. Teşekkür ettik mi?
Sevr Mağarası: Hicret sırasında Peygamberimizin saklanmasına yardım eden örümcek ve güvercin hikayesini bildiğine eminim. Hani Hazreti Peygamber, en yakın arkadaşı Hazreti Ebu Bekir’in peşine Mekkeli müşrikler düşmüştü. Onlar da bir mağaraya saklanmıştı. Bir örümcek de mağaranın girişine ağ kurmuştu. Böylece müşrikler, içeriye yakın zamanda birilerinin girmiş olacağını akıl edememişti… İşte bu mağaranın adı Sevr.
Şavt: Teyzelerin sözüne uyup, tek dönüşte sehpayı turlamaktan vaz mı geçtin yoksa? Desene tavaf provan tek şavtla sona erdi. Şavt ne mi? Kabe’nin etrafında bir kez dönmek tabi ki.
Şifa: Kışın hasta olmamamız için annemizin bize çaylarını içirdiği şifalı otları, diğerlerinden ayıran şeyin ne olduğunu biliyor musun? Yani ineklerin yediği çimenle nane arasındaki fark ne? İkisi de toprakta yetişiyor ve ikisininde rengi yeşil. Bir tanesi bizim yememize uygun değil. Üstelik yediğimizde zarar bile verebilir. Diğeri ise vücudumuzu güçlendirir, hastalığımızla savaşır, iyileşmemiz için yardımcı olur. İşte şifalı dediğimiz otlar böyle kahraman otlardır. Şifa, fiziksel ya da manevi anlamdaki rahatsızlıklarımızdan kurtulmamız demektir.
Tavaf: Dur evladım biraz, başım döndü, diyen misafir teyzeler, sehpanın çevresinde dört dönmenden rahatsız olmuş olabilirler. Nereden bilsinler senin tavaf pratiği yaptığını. İstersen onlara Hacer-i Esved’in hizasından başlayarak Kâbe’yi sola alıp yedi defa Kâbe etrafında dönmenin tavaf etmek olduğunu söyleyebilirsin. Belki onları sehpa çevresinde tavaf pratiği yapmaya davet edersin.
Tufan: Arkadaşlarından adı Tufan olan var mı? Acaba bebekken çok şiddetli mi ağlıyordu ki ona bu ismi koymuşlar, bir sorsanıza? Tufan aslında, Nuh Peygamber zamanında yağan bir yağmurun adı. Ama o yağmur o kadar şiddetli bir yağmurdu ki, bütün dünya su altında kaldı. Yalnızca Nuh Peygamber’e inanan ve onunla birlikte olanlar bu tufandan kurtulabildi.
Türbe: İnsanlık için faydalı şeyler yapan kişiler asırlar geçse de unutulmaz ve hep hatırlanırlar. Pek çoğumuz onları görmüş olabilmeyi hayal ederiz. Biz onları artık göremesek de, kabirlerini ziyaret ettiğimizde onlar bizlerden haberdar olurlar. Dualarımız onlara verilmiş birer hediye olur. Şimdi bir düşünün, İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşasaydınız, belki de bu koca padişahın huzuruna hiç çıkamayacaktınız. Ama şimdi onun için yapılmış olan türbesine gidebilir ve ona bir fatiha okuyabiliriz. Ya da Allah’ın Rasulü çok Sevgili Peygamberimizin türbesinde dua ettiğinizde, ziyaretizin onu memnu edeceğine emin olabilirsiniz. Tüm bunları niçin mi anlattım? Tabii ki insanlığın sevdiği ve saygı duyduğu kişiler için yapılan kabirlerin, türbe adıyla anıldığını anlatmak için…
Umre: Çok sevdiğiniz büyüklerinizi yalnızca bayramlarda; harçlık, şeker ve baklava ikramları için mi ziyaret edersiniz? Yoksa onları her zaman özler ve vakit buldukça gidip hasret mi giderirsiniz? Müslümanlar, çok sevdikleri peygamberleri Hazreti Muhammed’in doğduğu, büyüdüğü ve yaşadığı toprakları o kadar özler ki, yalnızca Hac ibadetinin gerçekleştiği Zilhicce ayında değil, yılın diğer günlerinde de fırsat buldukça ziyaret etmek isterler. İşte bu ziyaretler, Umre olarak adlandırılmıştır. Harçlık, baklava ve şekerden mükellef bir bayram paketi olmasa da, sevgi dolu kucaklaşma garantisi vardır.
Vahiy: Allah’ın Cebrail (a.s.) vasıtasıyla Peygamberine ilettiği sözlerine vahiy denir.
Vakfe: Hacı olmak için Arafat Dağı’ndaki bekleme, durma ibadetine vakfe denir.
Yadigar: Bu kelime günümüzde pek de kullanılmıyor. Belki eski şarkılarda falan duymuş olabilirsin yadigar sözcüğünü. Sorsan anlamının hediye olduğunu söyleyenler çıkabilir. Ama aslında tam olarak hediye değildir yadigar. Hediye, bir kişiye senin verdiğin şeydir. Ama yadigar sana ait olan bir şeyin seni sevenlere seni hatırlatmasıdır. Mesela anneannende unuttuğun bir oyuncağın, yanında olmadığın zamanlarda anneannenin sana olan hasretini gidermesine yardımcı olabilir. Ya da anneannenin babasından kalan bir saat, hiç tanımadığın bu büyük deden hakkında sana fikir verebilir. Güzel şeyler hissettirebilir. Güzel vatanımız da, Kurtuluş Savaşı’nda kahramanca çarpışan, canları pahasına onu bizlere bırakan atalarımızın bir yadigarıdır bize.
Zemzem: Hac veya umre ziyaretinden dönenlerin yanlarında bidon bidon zemzem suyu getirdiklerini görüp sular kesik mi sandınız, kuraklık mı olacak, niye ta oradan su taşıdınız diye şaşkınlığa düşen sevgili mor gözlüklü arkadaş! Zemzem suyu senin bildiğin sulardan değil. Bu su yüzyıllar önce kâbe yakınlarında çıkmış. Yeryüzündeki suların en güzeli, en değerlisidir. Zemzem yatarak değil kıbleye karşı ayakta dua edilerek içilir. Artık ne diliyorsan Allah’tan, hem iç hem dile. Yalnız ikisini aynı anda yapmaya kalkma. Glup glup…
Zilhicce: Hicri takvimin 12. ayına Zilhicce deniliyor. Hac ibadeti de bu ayda gerçekleştiriliyor.
Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter
kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar
hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2