Üst Header Banner Reklam
Türk Milleti Bağımsızlığına Düşkün Ve Bağlıdır
Türkleri son yurdundan çıkarma emelleri 1919’lu yıllarda zirve noktasına çıkmış, fakat kabaran ve ayağa kalkan milli kararlılık ihanet ve istila selini şehadet ve kahramanlıklarla durdurmuştur.
25.10.2016 16:19:20
Bu haber 872 kez okundu
Türk Milleti Bağımsızlığına Düşkün Ve Bağlıdır

 Türk Milleti Bağımsızlığına Düşkün Ve Bağlıdır

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Meclis grup toplantımıza başlarken muhterem heyetinizi en iyi dileklerimle selamlıyor sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Türkiye Cumhuriyeti haklı, meşru ve milli bir mücadelenin temellerinden yükselerek geride kalan Türk asırlarının miras ve hatırasını gururla devam ettirmiştir.

Devlet ebed müddet anlayışının fikri ve tarihi dayanakları öncelikle bu süreklilik yelpazesinin içinde aranmalıdır.

Türk milleti bağımsızlığına düşkün ve bağlıdır.

Milletimiz tarih boyunca kurduğu devletlerle kaderini bir ve aynı görmüştür.

Devletsiz millet, milletsiz devlet Türk’ün tarihinde hiç olmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti muhteşem bir dirilişin, hala gıpta ve hayranlıkla andığımız dimdik bir duruşun eser ve hediyesi olarak bugünlere ulaşmıştır.

Yedi düvel zincirlerinden boşanmışçasına üzerimize geldiği yıllarda korkuya geçit verilmemiş, hiçbir tehdide boyun eğilmemiştir.

Millet yokluk çekse de, darlık ve kıtlıklarla boğuşsa da egemenliğine toz kondurmamış, varlığına ipotek koydurmamıştır.

Hepinizin bildiği gibi, Milli Mücadele çetin ve çok zor şartlar altında gerçekleştirilmiştir.

Hasta adam olarak tarif edilen Osmanlı İmparatorluğu’nu bölme ve paylaşma hesabına kapılanlar, altın vuruşu Sevr yıkımıyla yapmak istemişlerdir.

Türkleri son yurdundan çıkarma emelleri 1919’lu yıllarda zirve noktasına çıkmış, fakat kabaran ve ayağa kalkan milli kararlılık ihanet ve istila selini şehadet ve kahramanlıklarla durdurmuştur.

Türk milleti aziz varlığına kasteden mihrak ve güçleri ortak iman ve inançla engellemiştir.

Ve de Kurtuluş Mücadelesini zaferle taçlandırmış, kendi geleceği hakkında kendisinin karar vereceği bir yönetim şekli olan Cumhuriyeti tercih etmiştir.

Cumhuriyetimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve ülkü arkadaşlarının en önemli kazanımı, Türk tarihinin kaydettiği en muhteşem atılımlardan birisidir.

Tersini düşünen varsa en başta kendini ve niyetini sorguya çekmelidir.

Bunun da ötesinde karşımızdaki milli gerçeği inkâr etmek şanlı mazimize saygısızlık olduğu kadar milletimize de hakaret anlamına gelecektir.

Cumhuriyet, tebaadan çıkıp eşit vatandaşlık hukukuna geçişin stratejik ve tarihi karar noktasıdır.

Aynı zamanda egemenliğin millette olduğunun tescil ve beyanıdır.

Elbette köle ruhluların bunu anlayıp tasdik etmelerini beklemiyoruz.

Çevresine at gözlüğüyle bakarak manda ve himaye özlemi çeken köksüzlerin ibretlik dağınıklıklarına diyebileceğimiz pek bir şey de yoktur.

Onlar sönmüş vicdanlarının gereğini yapmaktadır.

Cumhuriyeti karalamakla sonuç ve mesafe alacaklarını sanan gafiller şunu iyi bilmelidir ki, Türk milletinin fedakarlıkları milli namusu kurtardığı gibi yepyeni bir devleti de kurmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti onun bunun lütfu, ikram ve bağışı değil, bizzat Türk milletinin başarısıdır.

Türkiye Cumhuriyeti gelip geçici heveslerin, saman alevi gibi yanıp sönen heyecanların mahsulü değildir, olmamıştır.

Her taşı bir yakut olan bu cennet vatan, uğruna can verip kan dökerek toprağın altında sıradağlar gibi duran kahramanların sayesinde Cumhuriyetle buluşmuştur.

Bu herkes için bağlayıcı bir sonuçtur.

Hiç kimse Cumhuriyet’in ilke ve esaslarını değiştirme yanlışına kapılmamalıdır.

Nitekim yanlış hesap şüphesiz ki milletin iradesine çarparak dönecek, muhataplarını da rezil edecektir.

Geleceğimizin ana çatı ve rotası Türkiye Cumhuriyeti’dir.

29 Ekim 1923, zulme meydan okuyanların mükâfatıdır.

29 Ekim 1923, ızdırap dolu yılların, işgalle geçen karanlık dönemlerin açılmamak üzere kapandığı tarihi bir kavşaktır.

Ve de Türkiye Cumhuriyeti bizim şeref nişanemiz, koruyup kollamakla mükellef olduğumuz kutlu devletimizdir.

Tarihin en zor dönemlerinde nice badirelerle başa çıkan büyük milletimiz; şu an boğuştuğu musibetleri de bertaraf ederek, ülkemizin üzerine adeta bir kabus gibi çöken kara bulutları dağıtacaktır.

Kutlu geçmişimiz Türk milletinin, tehlikeyi tam olarak kavradığında nasıl kenetlendiğinin, büyük bir azim ve kararlılıkla her türlü tehdidi nasıl yendiğinin sayısız örnekleriyle doludur.

Bunun son halkası da elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecidir.

Karşımıza Mondros’u çıkardılar, takılmadık.

Karadan ve denizden kuşatıp işgale kalktılar, teslim olmadık.

Sevr’i hazırlayıp önümüze koydular, yırtıp kafalarına fırlattık.

Bağımsız yaşamaktan başka seçenek tanımayan, milli ruh ve inanmışlığın üstünde bir güç takmayan soylu bir milletin onun bunun elinde oyuncağa dönüşmesi görülmüş, duyulmuş şey değildir.

Çünkü biz Türk milletiyiz.

Cumhuriyeti yıkma çabaları dün vardı, bugün de vardır.

Milli iradeyi hazmedemeyen, milletin adını ve varlığını çekemeyen odaklar dün olduğu gibi bugün de faaldir.

Ancak Türk milleti uyanık, dikkatli ve şuurludur.

Üzerinde spekülasyon yapan, egemenliğini budamaya çalışan, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi istilaya teşebbüs eden alçakları yerin bin kat altına gömmeye de her zamankinden daha fazla muktedirdir.

Sakarya’da püskürtülenler, Dumlupınar’da kovalananlar yeniden karşımıza dikilseler de bunların hakkından bir kez daha gelecek milli asalet cesaretinden hiçbir şey kaybetmemiştir.

Hukukun üstünlüğünü esas alan, milli ve üniter bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti ne pahasına olursa olsun yaşayacak ve yaşatılacaktır.

Güvence Türk milletinin bizatihi varlığı ve hizmetkarı olan Milliyetçi Hareket Partisi’nin inanmış kadrolarıdır.

Devletimize anlam katan, geleceğimize istikamet çizen, birlikte yaşamanın asgari müştereklerini tanzim eden milli ve hukuki kuralların itibar ve irtifa kaybına muhakkak surette dur diyeceğiz.

Türkiye’nin; adaleti, ahlakı ve milli haysiyeti kalmamış bir halde aşama aşama dibe çekilmesine, ebedi yürüyüşünün sekteye uğratılmasına sessiz kalmayacağız.

Egemen olan hukuksuzluğun, revaçta olan haksızlığın son bulması, Türkiye Cumhuriyeti’nin istikrarlı ve güvenli bir geleceğe taşınması amacıyla sahip olduğumuz sorumluluğu sadakatle yerine getireceğiz.

Demokrasi kundakçılarıyla mücadelemizi sürdüreceğiz.

Teröristlere, işbirlikçilere, Türkiye’ye diş bileyen, punduna getirip ümüğünü sıkmayı gözleyen her türlü örgüt ve oluşuma karşı milletimizle omuz omuza verip sonuna kadar direneceğiz.

Allah’ın izniyle düşmanları yeniden bozguna uğratacağız.

Bu düşüncelerle, bu hafta sonu karşılayacağımız Cumhuriyetimizin 93. Yıldönümünü şimdiden kutluyorum.

Türk milletinin Cumhuriyet Bayramını tebrik ediyor; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve aziz şehitlerimizi şükran, minnet ve rahmetle anıyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Devletimizi diri ve zinde, milletimizi bir ve beraber tutan geleneksel ve köklü değerlerin yıpratıldığı bir dönemdeyiz.

Kavga ve karışıklık ortamı körüklenirken, korku ve kaygılar tavan yapmaktadır.

Türkiye bir yanda kemikleşen iç sorunlarıyla uğraşmaktadır.

Diğer yanda komşu ülkelerden kaynaklanan anormal tehditlerle meşgul olmaktadır.

Terör örgütü PKK, kanlı saldırı ve provokasyonlarına devam etmektedir.

Geçtiğimiz hafta PKK’lı caniler; 3 askerimize, 3 korucumuza, 2 polisimize hunharca kıymışlardır.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerken, acılı ailelerine, silah arkadaşlarına ve milletimize başsağlığı temennilerimi iletiyorum.

Terörizm küresel mihraklardan aldığı teşvik ve talimatlarla içimizde hendekler açmak istemiş, sınırlarımız boyunca da Akdeniz’e uzanan bir koridor inşa etmenin peşine düşmüştür.

Milli güvenliğimiz büyük ölçüde risk altındadır.

Terör Türkiye’yi ablukaya almıştır.

Çevremizde silahlar konuşmakta, bomba düzenekleri, kanlı çatışmalar hızla yaygınlaşmaktadır.

Irak ve Suriye odaklı gerilimler hem ülkemizin iç huzurunu hem de bölgesel istikrar ve gelecek planlarını zedelemekte ve zayıflatmaktadır.

17 Ekim’de başlayan Musul operasyonu gittikçe kızışmaktadır.

IŞİD’i Musul’dan çıkarmak için kullanılan askeri güç ve imkanlar genişlemektedir.

Nitekim sınırlarımızın hemen dibinde yer yerinden oynamaktadır.

Bu arada Türkiye’nin Musul operasyonuna katılıp katılmayacağı tartışması sıcaklığını korumaktadır.

Geçen hafta ülkemizi ziyaret eden ABD Savunma Bakanı Türkiye-Irak arasında prensipte uzlaşıldığını açıklasa da, Bağdat yönetimi tam tersini ileri sürmüş, tahrik edici üslup ve tutumunu sürdürmüştür.

Gözler Musul’a çevrilmişken, IŞİD önce Kerkük’e saldırmış, ardından da Irak’ın Ambar kentine bağlı Rutbah’ı ele geçirmiştir.

Ayrıca Türk askerinin konuşlandığı ve bir ana kamp, iki üs bölgemizin bulunduğu Başika da IŞİD tarafından tehdit edilmektedir.

Bu çerçevede Türk Silahlı Kuvvetleri IŞİD’e karşı yürütülen mücadeleye destek vermiş, yapılan yardım çağrılarını karşılıksız bırakmamıştır.

Musul’un teröristlerden temizliği süratle yapılmalıdır.

Ve de Türkiye bu temizlik harekatının dışında durmamalı, kenarda kalmamalıdır.

Artık Irak’ta kimin ne söylediğinin, nerede durduğunu anlam ve önemi yoktur.

Ülke olarak milli beka ve güvenliğimizi muhafaza etmek zorunda olduğumuz çok açıktır. Bunu da herkes ister gönüllü ister değil, anlayışla karşılamak mecburiyetindedir.

Şayet Irak Merkezi Hükümeti terörizmle mücadeleyi kendi kabiliyet ve potansiyeline bağlı kalarak yapabilseydi, ne uluslararası koalisyona ne de başka bir seçeneğe zaten ihtiyaç kalmaz, gerek duyulmazdı.

Ancak Irak terör örgütlerine karşı diz çöktüğünden, egemenlik haklarından vazgeçmek durumunda kaldığından her türlü dış tesir ve telkine müsait hale gelmiştir.

Elbette bu teslimiyet hali Irak’ın kendi bileceği iştir.

Ancak bu ülkedeki istikrarsızlık ve iç karışıklık ortamı Türkiye’yi doğrudan doğruya etkiliyorsa buna suskun kalmamız, bir şey olmamış gibi uzaktan izlememiz milli akıl ve mantığa asla sığmayacaktır.

İşte gördünüz, IŞİD, Kerkük’e alçakça suikast düzenlemiş, soydaşlarımızın kanını bir kere daha dökmüştür.

Fırsattan istifade eden PKK’lılar da Kerkük’e üşüşmüş, sözüm ona IŞİD’e karşı peşmergeyle aynı safta misilleme yapmışlardır.

Türkmen katilleri birbirlerini cesaretlendirmişlerdir.

Türkmenelini aralarında taksim planları yapanlar terörizmi bir araç olarak kullanacak kadar vahşi, hayasız ve haindir.

PKK’nın Kerkük’te ne işi vardır?

Güvenli bölge konusunda peşmergeyle uzlaşıldığını söyleyen Başbakan ve hükümetinin aldığı tedbir, yaptığı ikaz olmuş mudur?

IŞİD ve FETÖ neyse PKK aynısı değil midir?

O halde tavşana kaç tazıya tut politikasının ülkemize, Türkmen kardeşlerimize ne yararı olacaktır?

Yakın bir gelecekte, Kerkük, Tuzhurmatu, Telafer veya bir başka Türkmen kentinde katliamlar seriye bağlanırsa bunun hesabını kim ya da kimler verecektir?

Türkmenlerin Irak ve Suriye’den sistematik şekilde dışlanması ve tasfiyesi maksadıyla hızla döndürülen emperyalist çark günden güne soydaşlarımızı yutmaktadır.

Mezhep anlaşmazlığı bu nedenle tırmandırılmaktadır.

Şii-Sünni cepheleşmesi kışkırtılırken cellatlar etnik temizlik için baltalarını bilemektedir.

Türkiye kuşku yok ki, Irak ve Suriye’deki gelişmelere müdahil olabilmeyi göze almalıdır.

Irak istemiyormuş, Suriye karşı çıkıyormuş, ABD itiraz ediyormuş, bunun artık bir mana ve ehemmiyeti yoktur.

Misak-ı Milli’nin ruhuna mı bağlanacağız, yoksa birkaç densizin, emperyalizme uşaklığı benimsemiş üç beş köksüzün sözlerine mi bakacağız?

Türk gibi yaşayacaksak, Türk’e el uzatıp vatanımıza ve milletimize uzanan hıyaneti odağında kıracaksak önce tarihin sesini dinleyip, ecdadın emanetlerine korkusuzca sahip çıkmaktan başka alternatifimiz olmayacaktır.

Musul yanarken yerimizde duramayız.

Kerkük infaz edilip cehenneme çevrilirken rahat ve güvenli olamayız.

Kerkük ve Musul enerji kaynaklarını sömürme emelinde olanlarla, Kürdistan’ın kurulması için oyunlar oynayanlar akıllarını başlarına alsınlar; Türk milletinin varlığını ve birliğini koruması hususunda ne eri tükenir, ne de nefesi kesilir.

Herkes bilsin ki, biz okumuzu atıp yayımızı hala asmadık, asmaya da niyetimiz yoktur.

Değerli Arkadaşlarım,

Üç koldan ilerleyen Musul operasyonun uzun süreceği anlaşılmaktadır.

Henüz şehir merkezine intikal sağlanamadığından çok şiddetli çatışmaların yaşanmadığı da ortadadır.

Meselenin püf noktası, belirlenmiş harekât planına göre Musul’un güneybatı kısmı açık tutulmaktadır ki, buradan IŞİD’li teröristlerin Rakka’ya doğru çekilmelerinin zımnen önü açılmaktadır.

Eğer Musul’da mezhep ekseninde sert bir kamplaşma doğarsa IŞİD’in tutunduğu zemin güçlenecektir.

Görünürde Musul’a yönelik operasyonun amaç itibariyle üç aşamasının olduğu anlaşılmaktadır:

İlk olarak, Musul vilayetinin IŞİD’ten arındırılarak tümden kontrolünün sağlanmasıdır.

Bu kontrolden sonra Musul’u nasıl bir geleceğin beklediği muammadır.

İkinci aşamada, IŞİD’ten sonra Musul’un siyasi düzen ve dengeye kavuşturulması ve istikrarının temin edilmesidir.

Bunun ise ana aktör ve vasıtalarının ne olacağı şimdilik belirsizdir.

Çünkü Irak kendi içinde siyasi bölünmüşlük yaşamakta, görüş ayrılıkları derinleşmektedir.

Üçüncü amaç olarak, Musul’un yeniden imar ve yapılandırılmasıdır.

Bu yeniden yapılanma sürecinin hız, kıvam ve ölçüsünün nasıl gelişeceğini zaman gösterecektir.

Ancak IŞİD’in Musul’dan sökülüp atılması farklı komplikasyonlara yol açabilecek, terörist saldırıları daha da şiddetlendirebilecektir.

Korkumuz odur ki, Türkiye bu şiddet sarmalının liste başındaki ülkelerden birisi olacaktır.

Ve büyükşehirlerimiz başta olmak üzere, güvenlik sorunları daha da yoğunlaşabilecektir.

Bu itibarla Türkiye, Musul operasyonun her aşamasında rol almalı, aktif ve zorlayıcı olmalıdır.

Hiç kimse Türkiye’nin sınır ve toprak bütünlüğüyle birlikte soydaşlarının dokunulmaz haklarını savunmasından gocunmamalıdır.

Bağdat yönetiminin Başika’daki askeri varlığımız üzerinden ileri geri konuşması esasen yersiz olduğu kadar Türkiye husumetinin de bir yansımasıdır.

Şu anda Başika’dan çekilmek Hakkari’den çekilmekle eşdeğerdir.

Musul ve Kerkük’te demografik yapı üzerinde oynamalar yapılıp, toz bulutu ülkemize doğru yayılırken Türkiye’nin buna tepkisiz kalması bir defa milli gerçek ve tarihsel çıkarlara tamamen aykırıdır.

Irak’ta sahada olduğumuz kadar kurulacak masalar da oturmamız doğrudur, doğaldır, olması gereken de budur.

Sınırlarımızın diğer yakalarında önümüze geçilirse, unutmayınız ki, yarın son yurdumuzda da aynısı yapılabilecektir.

Demem odur ki, Türkmeneli Türk’ün varlık-yokluk mücadelesinin verildiği mahşer yeridir.

Ve de Türk milleti burada seyirci olamayacak, olmayacaktır.

Esad rejiminin Suriye’de mevzilenmiş terör çetelerine karşı meşru operasyonlarımıza işgal ithamıyla sataşması, Irak yönetiminin de aynı tavrı izlemesi bizi yolumuzdan çevirmemelidir.

Kuyumuzu kazanların kuyruğuna basar, enselerinden tutarız.

İçimize kapanıp bölge ve dünyayla bağımızı kesmemizi bekleyenlerin alınlarını karışlar, eyvallah etmeyiz.

Hele bir de, vatan bildiğimiz topraklarda bölünme ve parçalanma hesabı yapanlara, Türk’e kefen biçmeye kalkanlara, aziz milletimiz Allah’ın izniyle dünyayı dar eder, gökkubbeyi başlarına yıkar.

Irak’ta bayrağımızı çiğneyip yakan şerefsizlere de açık açık şunları ifade ediyorum:

Ay yıldızlı al bayrak sizlerin kirli ayaklarınızın altında kalarak değerinden bir şey kaybetmeyecektir.

Bayrak bizim ruhlarımızda asılıdır. Ve bu iğrençliği yapanların bunu anlaması imkansızdır.

Kendi bayrağını indirip, kendi mukadderatını yok sayıp ABD’nin gölgesine sığınan, Batı’ya haysiyetlerini zimmetleyen korkak ve kuklaların bayrağımıza düşmanca saldırması efendilerinin emridir.

Bayrak bağımsızlık simgesi, şehitlerimizin örtüsüdür.

Vicdanları esir düşmüş aciz, kudretsiz, sığıntı ve şerefini kaybetmişler kesinlikle bu idrak ve iffetten mahrumdur.

Osmanlı işgali bitti yaygarasıyla Türk bayrağını ayaklar altına alan soysuzlar, güçleri yetiyorsa, onurları varsa, tavsiyemiz önce ar ve namuslarına sürülen kara lekeleri temizlemeyi denemelidirler.

Bayrağımıza yapılan hakaret ve saygısızlığı kınıyor, Irak Merkezi Yönetiminin böylesi mütecaviz hareketlere izin vermemesini, müsamaha göstermemesini hem diliyor hem de bekliyoruz.

Muhterem Arkadaşlarım,

Türkiye’nin etrafını örmeye, önünü kapatmaya, ana damarlarını kesmeye çalışanların bitmeyen tarihi plan ve nefretleri vardır.

Bize göre, Balkanları düşünmemek küçülmek demektir.

Kafkaslara kulak tıkamak, Orta Asya’ya duyarsız kalmak tarihimize sırt dönmektir.

Vatan Turan’dır, vatan vicdanlarda çizilmiş ve teyit edilmiş fütuhat haritalarıdır.

Geldiğimiz yerleri hiç unutmadık, koptuğumuz coğrafyaları hiç bir zaman hafızalarımızdan çıkarmadık.

Atlarımızın nal sesleri, mehteranımızın zafer vaatleri hala tarihin derinliklerinden duyulmaktadır.

Akıncıların naraları, adalet ve hoşgörüyle yönettiğimiz kıtaların buruk seslenişi kulaklarımızda çınlamaktadır.

Gün geldi, maalesef yüzyıllar içinde kazandığımız ecdat yadigarı topraklar birer birer elimizden kayıp gitti.

Ve de keşke Yunan galip gelseydi diyen satılmışlara fırsat doğdu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, hafta sonu Bursa’da yapmış olduğu bir konuşmada dile getirdiği bazı düşünceleri bu kapsamda dikkat çekicidir.

Sayın Erdoğan şöyle demiştir: “Cumhuriyet bizin ilk değil, son devletimizdir. Bu devletin sınırlarını gönüllü olarak kabul etmiş değiliz.”

Tabii ki hiçbir kaybımız gönüllü olmadı.

Biz de hep bunu söyledik, buna vurgu yaptık.

Tüm çaba ve gayretimiz yeni dramlar yaşanmaması, hüsran ve hezimetlerin önünün kesilmesidir.

Kaldı ki bilerek vatan topraklarından vazgeçmek tarih ve milletin affetmeyeceği en ağır vebal ve ihanettir.

Türk milleti bu aziz vatan topraklarına çekile çekile sığınmış, felaketleri göğüsleyerek, acıları öğüterek kendisine bir hayat alanı çizmiştir.

Misak-ı Milli aslından bu hayat alanının resmiyete dökülmüş, milli vicdanlarda onaylanmış belgesidir.

Osmanlı İmparatorluğu en geniş sınırlarına ulaştığı 1699 yılında etki alanlarıyla birlikte 24 milyon kilometre karelik bir coğrafyada hüküm sürmekteydi. 

Bu dönemde Akdeniz’in dörtte üçü, Kızıldeniz ve Karadeniz’in tamamı, Basra Körfezinin büyük bir kısmı İmparatorluğumuza aitti.

1299 yılından Karlofça Antlaşmasının imzalandığı 1699 yılına kadar geçen 400 yıllık zamanda rahmetle andığımız ecdadımız her gün 164 kilometre kare toprak kazanmıştı.

Günümüzde Osmanlı İmparatorluğunun hükmettiği topraklar üzerinde 64 ülke ve özerk bölge bulunduğu dikkate alınırsa, nereden nereye geldiğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Gerilemeye başladığımız 1699 tarihli Karlofça Antlaşmasından 12 Ağustos 1914 tarihine kadar 215 yıllık süre içerisinde yaklaşık 20 milyon kilometre kare toprak kaybettik.

Yani her gün 215 kilometre kare vatan elimizden çıktı.

12 Ağustos 1914-30 Ekim 1918 tarihleri arasında geçen 4 yıllık süre zarfında ise, tam olarak 1461 günde toplam 3 milyon 214 bin 200 kilometre karelik toprağımız gitmiştir.

Günlük kayıp ise 2 bin 200 kilometre karedir.

1914-1918 yılları arasındaki toprak kayıplarımızı mevcut bazı ülkelerin yüz ölçümleriyle mukayese ettiğimizde;

Her beş ayda bir Almanya,

Her dört buçuk ayda bir İtalya,

Her üç buçuk ayda bir İngiltere,

Her iki ayda bir Yunanistan,

Her on dokuz günde bir Hollanda, İsviçre,

Her on dört günde bir Belçika,

Her beş günde bir Lübnan kaybedilmiştir.

Türk milleti tarihte varlığının bedelini en ağır ödemiş bir millettir.

Cepheden cepheye koştuk, yenilgi ve bozgunlarla kırılan milli onuru onarmak için kıtalar arası mekik dokuduk.

Biz geçmişimizin acı dolu sayfalarından ders aldık, sonuç çıkardık.

Ve de bozgunların bir daha tekerrür etmemesi için tarihe, ecdada namus sözü verdik.

Bu nedenle gidecek başka yurdumuz yok, göçecek başka yuvamız yok, çizecek sınırımız yok, yüz çevirecek insanımız yoktur.

Dünkü hakimiyet havzalarımızla ilgilenmezsek, 300 milyonluk Türk dünyasına, milyarlık İslam alemine yüz çevirirsek,  bunu ne tarihe ne de ecdadımıza anlatamayız.

Türkiye başkent Ankara’yı merkezine alıp 360 derecelik bir daire çizerek çevresindeki her gelişmeye bire bir kafa yormak zorundadır.

Musul’a sokulmazsak Ankara’yı tehlikeye atarız.

Bizim artık verecek, vazgeçecek toprağımız bulunmadığı gibi geri adım atacak atalet ve tavizkarlığımız da asla olmamalıdır.

Türkiye birilerinin peşinde koşan değil, ardından sürükleyen, örnek olan, sözü ve nazı geçen bir ülke olmalıdır.

Akmescit hüzünlüyken, Kaşgar mahzun düşmüşken, Musul, Kerkük, Halep karanlıktayken bizim umut ve sevinç içinde yaşamamız mümkün değildir.

Türk milleti tek yürek olursa zalimler kazanamaz.

Bin yıllık kardeşlik canlılığını korursa bize hiçbir hain ve husumet lobisi zarar veremez.

Bu itibarla herkesi Türkiye ve Türk milletinin ortak akıl ve menfaati için önyargısız, önşartsız sorumluluk almaya çağırıyorum.

Devletimize ve milletimize kast etmeyi aklından geçiren barbarlara tek ses olalım, birlikte ve beraberce Türk vatanını sonuna kadar müdafaa edelim.

Değerli Milletvekilleri

Milliyetçi Hareket Partisi sanal gündemlerle oyalanan, kısır ve sonu olmayan tartışmalarla vakit kaybeden bir anlayış ve zihniyete sahip değildir.

47 yıldır millete rağmen adım atmadık, bundan sonra da atmayacağız.

Demokrasiye bağlılığımız dönemsel değil ilkeseldir.

Türk devletinin varlık haklarını, egemenlik ve hükümranlık vasıflarını tahrip etmek isteyenlere hoşgörü göstermedik, göstermeyeceğiz.

Çözüm ve çare odaklı siyaset tercihimizi hep koruduk.

Yalnızca muhalefet etmekle, yalnızca eleştirmekle milletimizin beklentilerini karşılayamayacağımızı da iyi biliyoruz.

Milli iradeye tercüman olmak yüksek bir ahlak ister.

Türkiye’nin açmaz ve sorunlarının farkındayız ve bunları makul bir şekilde nasıl çözeriz diye sürekli çalışıyoruz.

Her teklifimiz, her değerlendirmemiz, her arayışımız bir fikri ve ahlaki zemine yaslanmaktadır.

Biz devletin tıkandığını, sistemini kilitlendiğini, anayasanın askıya alındığını söylüyoruz.

Mevcut filli durumla hukukun uyuşmadığını, devletin ve milletin geleceğinde tedavisi belki de imkansız yaralar açacağını ısrarla ifade ediyoruz.

Özellikle 15 Temmuz’dan sonra dönüşüm gösteren siyasi ve sosyal dinamiklerin yeni bir durum ve ihtiyaçları ortaya çıkardığını görüyoruz.

Sayın Cumhurbaşkanı’nı millet seçti, bu tartışmasızdır.

Ancak Sayın Erdoğan’ın seçen millet anayasaya rafa kaldırarak fiilen başkan olsun demedi.

Türkiye’nin ağırlaşan iç ve dış şartları öncelikle ve mutlaka hukukun temel ve vazgeçilmez ilkelerine bağlılığı gerektirmektedir.

Kim ne söylerse söylesin, fiilen devlet idaresi hukukun üstünlüğüyle çelişmektedir.

Biz fermanla ülke yönetilmesini geride bıraktık.

Aksi mümkün olmadıkça, her devlet ve siyaset adamının görev, yetki ve sorumluluk alanlarının kapsam ve sınırı hukukla belirlenmiş, buna göre tayin edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı makamının tarafsızlığını, toplumun her kesimine eşit uzaklığını ihlal etmesi devlette anarşi ve kaosu tetikleyecektir.

Türkiye’nin kurşun gibi ağır bir ortamdan geçtiği şu zaman sürecinde, muhataplarımızı hukuka uymaya, anayasaya bağlı kalmaya çağırmamız kadar meşru bir şey de olmayacaktır.

Bu itibarla fiili başkanlık uygulaması Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim ve idare sistemine, Cumhuriyet’in miras ve mesajlarına tamamen aykırıdır.

Sırf millet seçti bahanesiyle fiili başkanlığa kılıf aranması, mazeret uydurulması boş ve beyhude bir çabadır.

Filli başkanlık uygulamasına resen ve kendiliğinden son verilmesi en haklı ve doğal beklentimizdir.

Yok bu mümkün değilse, buna yanaşılmayacaksa fiilli durumun hukuki boyut ve içerik kazanması için demokratik bir sürecin işletilmesi pekala en geçerli ikinci yoldur.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin dediği budur.

Mahalleyi ayağa kaldırmak için bizim başkanlık sistemine olumlu baktığımızı iddia edenler, acaba bu sonuca nereden ve nasıl varmışlardır?

Heceleyim dedim anlamadılar, kara tahtayı işaret ettim oralı olmadılar.

Daha ne söyleyeyim, nasıl izah ve açıklama getireyim?

Bunlar hangi dilden haberleşip konuşuyorlarsa bize bildirsinler ki, ona göre davranalım.

İsterlerse Mors Alfabesi, isterlerse dumanla iletişim kuralım, yazıktır hiç olmazsa kendilerini ikna edelim.

Milliyetçi Hareket Partisi parlamenter sistemden yanadır, dahası revize ve reforma tabi tutulmasını istemektedir dedim, ne çare, kulp takmayı sürdürüyorlar.

Bunların kulakları var duymuyor, gözleri var görmüyor.

Mahşer midillisi gibi ortalıkta gezip kalem ve konuşma fedaisi kesilenler koro halinde bize saldırıyor, niyet okuyup işlerine geldiği gibi yorum yapıyorlar.

AKP’nin anayasa hazırlık teklifi henüz ortaya çıkmadan, Meclis’te demokratik bir tartışma ve müzakere iklimi oluşmadan hakkımızda hüküm verip infaz edenler sanki Kaf Dağı’ndan kar bağışlıyorlar.

TBMM’de evet, referandumda hayır diyecekmişiz. Bunu söylüyorlar.

Ve de bir grup Truva atı bunun milletin aklıyla alay etmek olacağını zırvalıyor.

Aslında kendilerinin maskaraya döndüklerini ise hiç anlamıyorlar.

Havet nasıl olacakmış? Türkçe’yi katletmeleri bir yana, utanmadan bir de böyle sorguluyorlar.

Bizim ağzımızdan evet ya da hayıra ilişkin bir irade çıkmamışken, muhtemel anayasa hazırlık teklifinin neleri ihtiva edip etmediği belli değilken referandumu yapıp sonucu ilan edenler bilinsin ki, kaos elçileri, kriz çığırtkanları, darbe şakşakçılarıdır.

Bunların hali tamı tamına; Nato Kafa Nato Mermerdir.

Önemle ifade ediyor, altını kalın olarak çiziyorum; Milliyetçi Hareket Partisi’nin TBMM’de tercihi ne olursa, milletin karşısında da tıpatıp aynısı olacaktır.

Biz siyaset tellalı değil, millet ve vatan sevdalısıyız.

Özümüz de birdir, sözümüz de birdir.

Kıvrak bir karakter yapısıyla oraya buraya göz kırpan, herkese mavi boncuk dağıtan bir yaklaşım tarzı bize terstir.

Neysek oyuz, neye inanıyorsak onu söyleriz.

Kalburla su taşımayız, sinekten yağ çıkarma telaşına kapılmayız.

Milliyetçi Hareket Partisi yarım asırdır dürüst siyasi çizgisi, ilkeli, erdemli, tutarlı, ahlaklı duruş ve mücadelesiyle milli gönüllerde taht kurmuştur.

Kalemlerinden kan damlayan yarım aydınlar bunu kavrayamaz.

Yandan çarklı, neme lazımcı, kiriştek gibi dönüp şeytan taşlamak yerine kendi gölgelerini taşlayan siyaset ve medya simsarları bizi anlayamazlar, anlasalar bile korkularından itiraf edemezler.

Anamuhalefet partisinin ağzı ve sicili bozuk sözcüleri tekeri döndürülen iftira kervanının mihmandarlarıdır.

Sayın Binali Yıldırım, Afyonkarahisar’da üstünde çalıştıkları anayasa teklif metininin hemen hemen bittiğini açıklamıştır.

Yakında bu teklif metni TBMM’nin gündemine gelecektir.

Bu durum karşısında Milliyetçi Hareket Partisi ilke ve ülkülerine uygun olacak şekilde teklifi inceleyecek, elbette bir karar ve sonuca varacaktır.

Peşin hükümlüler, Türkiye’nin istikbaliyle ilgili hiçbir endişe taşımayan siyasi yan kesiciler bizim ne yapacağımızı, nasıl bir tutum takınacağımızı o zaman göreceklerdir.

AKP’nin muhtemel hazırlığı TBMM’de kabul ve onay görürse millete gitmekten, demokrasinin tartısına çıkmaktan da hiç kimse çekinmemelidir.

Millet egemendir, son sözün sahibidir.

Milliyetçi Hareket Partisi millete inanmakta, demokrasinin faziletlerine sonuna kadar ihtiram göstermektedir.

Türk milletinin tercihine tahammül edemeyenler, şimdiden kesin sonuçlara ulaşıp önüne geleni asıp kesenler; eğer demokrasiye husumet beslemiyorlarsa milletle yollarını tamamen ayırmışlar demektir.

Bizler hadimiz, millet hakem ve hakimdir.

Henüz ortada fol yok yumurta yokken Milliyetçi Hareket Partisi’ni siyasi ve sinsi polemiklerin içine çekip itibarsızlaştırmaya çalışanları da emini olunuz ki not edip çok yakında mahcup edeceğiz ve hepsini birden de şaşkına çevireceğiz.

AKP ne hazırladıysa getirsin görelim, bakıp değerlendirelim.

Sonra da neyi doğru ve kaçınılmaz görüyorsak onu yapacağımızdan, aldığımız kararın ardında sağlam şekilde duracağımızdan herkesin müsterih ve emin olması başlıca dileğimdir.

Sözlerime son verirken sizleri bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılı ve hayırlı çalışmalarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR