Üst Header Banner Reklam
Seni Kim Aldattı Sevgili Erdoğan
2019’da birinci hedefimiz, yerel yönetimler. İstanbul’u alacağız, Ankara’yı alacağız, Bursa’yı alacağız, Denizli’yi alacağız. Antalya’yı alacağız, Mersin’i alacağız, Adana’yı alacağız.
20.02.2018 17:00:43
Bu haber 493 kez okundu
Seni Kim Aldattı Sevgili Erdoğan

 Seni Kim Aldattı Sevgili Erdoğan

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan bütün Türkiye’yi kucaklıyoruz ve herkese en içten selamlarımızı, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz.

Geçirdiğim rahatsızlık nedeniyle telefonlarını esirgemeyen bütün siyasal partilerin liderlerine, üst düzey bürokratlara, partililerimize ve en önemlisi sadece vatandaşlarıma yürekten teşekkürlerimi sunuyorum.

Bizim mücadelemiz hak mücadelesidir, bizim mücadelemiz insanlık mücadelesidir, bizim mücadelemiz mazlumların hakkını alma mücadelesidir, bizim mücadelemiz zalimin karşısında durma mücadelesidir, bizim mücadelemiz her şeyden önce dürüst ve namuslu adam olmak mücadelesidir.

Siyaseti kirlilikten arındırmak, siyaseti herkesin rahatlıkla konuşabileceği bir alan haline dönüştürmek, özgürce konuşmak yazmak çizmek, bunları yapmak bizim görevimizdir. Biz ülkemize nasıl cumhuriyeti getirdiysek, Allahın izniyle o cumhuriyeti demokrasiyle taçlandıracağız. Bu bizim ahdimizdir ve vefa borcumuzdur çocuklarımıza.

HOCALI KATLİAMINI UNUTMADIK

Efendim 26 yıl önce Azerbaycan Hocalı’da bir katliam yaşandı. Binlerce, yüzlerce Azeri kardeşimiz katledildi. Onların acıları bizim acımızdır, onların dertleri bizim derdimizdir, onların sevinçleri de bizim sevincimizdir, ama biz o katliamı unutmadık. O katliamda hayatını kaybedenlere Allahtan rahmet diliyoruz; gazilere şükran borcumuz var, onlara şifalar diledik, dilemeye de devam ediyoruz. Ben devlette genel müdürlük yaptığım dönemde, çatışmada gazi olanlara araba götürmüştük. O dönem Allah rahmet eylesin Bakanımızla birlikte, Sayın Nami Çağan’la birlikte onlara araba götürmüştük. Dolayısıyla her türlü katkıyı her dönemde yaptık, bürokratken de yaptık. Şimdi bir siyasi partinin genel başkanı olarak da bizim Türk Halkının tamamının yürekleri Azerbaycan’la birlikte atıyor. Bunu da ifade etmekten onur ve şeref duyuyorum. Azeri kardeşlerimizin yanında olduğumuzu her zaman ifade ediyorum.

MİLLİLİK LAFLA OLMAZ, MİLLİLİĞİN TEMELİ EKONOMİDİR

Dedik ya, her sorun bir şekliyle gelip bize yansıyor ve bizler o sorunlara çözüm üretmek zorundayız. Artvin Murgul’da Eti Maden’de çalışan bir grup işçi haklarını arıyorlar. Grev yapıyorlar, oturuyorlar işverenle daha sonra anlaşıyorlar. İtiraz eden var mı? Hayır. Ama şöyle bir tablo yaşıyor işçi kardeşlerimiz. Uzlaşma yapıldıktan sonra 179 işçiyi işe başlatıyorlar, 480 işçiyi işe başlatmıyorlar. Şimdi ben buradan saygıdeğer işverene seslenmek istiyorum. İşçiler haklıydı, oturdun anlaşmayı yaptın, grevi sona erdirdin, 179 işçi geldi işbaşı yaptı, 480 işçinin günahı ne? Hangi gerekçeyle 480 işçiyi işe başlatmıyorsun? Ve buradan sendikalara da sesleniyorum. Neden bu işçilerin hakkına sahip çıkmıyorsunuz, neden bütün yükü benim sırtıma getirip yüklüyorsunuz, neden çıkıp itiraz etmiyorsunuz? Neden çıkıp gidip de iktidar partisinin kapısında, bu grev kırıcılığına karşı mücadele etmiyorsunuz? 480 kişi, 480 hane, bunlar nasıl geçinecekler? Alın teriyle geçinmek istiyorlar. Grev yapmışlar, haklarını almışlar. Sen de işveren olarak teslim etmişsin haklarını. Bu ayrım neden? Bunu doğru bulmuyoruz.

Ayrıca ülke bu kadar zor bir süreçten geçerken, parlamentodan da bir yasa geçirdiler. Özelleştirme Kanununda değişiklik yaptılar. Özelleştirme eskiden başka gerekçelerle yapılırdı, şimdi devlete gelir sağlamak amacıyla özelleştirme yapılmaya başlandı ve 14 şeker fabrikası önümüzdeki süreç içinde özelleştirilecek. Şimdi ben bu 14 şeker fabrikasında çalışan işçi kardeşlerime sesleniyorum. Sizin hakkınızı, sizin hukukunuzu Cumhuriyet Halk Partisi dışında savunan bana bir tek parti gösterin, bir tek parti! Sizin hakkınızı hukukunuzu savunuyoruz.

Özelleştirilecek bu fabrikalar kısa süre içinde. Biz yargıya başvurmayalım veya sendikalar başvurmasın, önü kapatılsın diye yasal düzenlemeler de yapıldı. Kardeşim, sen niye kendi hakkını savunmuyorsun, kendi hukukunu savunmuyorsun? Diyorsun ki, hakkımı hukukumu savunduğum zaman şiddetle karşı karşıya geliyorum, devlet baskı kuruyor üstüme. Devlet üstüne baskı kurarsa, hükümet baskı için yanına gelirse, bana haber vereceksin kardeşim, ben geleceğim yanında kapı gibi duracağım, senin hakkını hukukunu savunacağım.

Yıllarca, ama yıllarca bu özelleştirmelerin Türkiye ne kadar büyük haksızlıklar yaptığını anlattık, anlattık. Bitlis Sigara Fabrikasının kime ne zararı oluyordu? Bitlis’te bir sigara fabrikası vardı, tütün orada zaten. Aldılar tamamını yabancılara verdiler. Bir de milli geçiniyorlar sözde. Millilik lafla olmaz, milliliğin temeli ekonomidir. Ekonomide güçlüysen millisin kardeşim, her tarafta sözün geçer senin. Özelleştirmelerin faturasının ağırlığını Doğu Güneydoğu çok fazla çekiyor. Fabrika kalmadı fabrika! Devlet niye gidip orada fabrika yapıyordu? İstihdam yaratılsın diye, iç göç olmasın diye. Herkes çalıştığı yerde, doğduğu yerde çalışsın üretsin kazansın, çoluk çocuğuna baksın diye, ama bunların hiçbirisi olmadı.

BU ÜLKEDE DEMOKRASİNİN VARLIĞINI SEÇİMLE ORTAYA KOYAN TEK PARTİ CHP’DİR

Değerli arkadaşlarım, bir kurultay yaptık. İki genel başkan adayı çıktı ve demokratik bir şekilde yarıştık. Gençlik Kolları Kurultayımız oldu, orada da iki genç arkadaşımız demokratik şekilde yarıştılar, bir arkadaşımız kazandı. Bu kez bir başka kurultayımız oldu geçen hafta, Kadın Kolları Kurultayımız oldu, iki genel başkan yardımcısı arkadaşım yarıştılar ve sonunda Sayın Köse ipi göğüsledi, yani kurultayı kazandı. Kendisini kutluyorum.

Diyeceksiniz ki, böyle bir uzun girişi niye yaptın? Nedeni şu: Memlekette demokrasi unutuluyor da, onun için. Bir kurultay yapıyoruz, birden fazla aday çıkıyor, ama bırakın onlarda kurultay yapmayı, bir il başkanını bile kulağından tutup kapının önüne koyuyorlar, seni il başkanı yaptım diyorlar. Seçim... Herkes gider gözü kapalı oraya oy verir diyorlar. İnsanı robot yerine koyan bir anlayış. O nedenle hiçbir şey yapmıyorsak dahi, bu ülkede demokrasinin varlığını seçimle ortaya koyan tek parti Cumhuriyet Halk Partisidir.

DÖRT YILDA BU ÜLKEDE YOKSULLUĞU BİTİRECEĞİZ

Şimdi gelelim esas konuya, esas konu şu; 2019. 2019’un en temel aktörleri kadınlar olacak. Bir daha söylüyorum; 2019’un en temel aktörleri kadınlar olacak. Kadınlar 2019’a Türkiye Cumhuriyetine demokrasiyi getirecekler, demokrasiyi. Demokrasi kadar değerli bir şey yoktur. İnsanoğlunun tarihsel süreci içinde geldiği nokta demokrasidir. O da sürekli gelişen bir kavramdır. Ama kadınların demokrasi konusunda daha duyarlı olmaları, gereğin de ötesinde bir zorunluluktur. Ve kadın kardeşlerime şunu söylüyorum: Kim sizi ikinci sınıf yurttaş görüyorsa, onlara oy vermeyin. Bir daha söylüyorum; kim sizi ikinci sınıf vatandaş görüyorsa onlara oy vermeyin. 15 yıldır ülkeyi yönetip de, yoksulluğu bitiremeyenlere oy vermeyin. Özellikle yoksul ailelerdeki kadınlara sesleniyorum; 15 yıldır hâlâ muhtaçsın, 15 yıl! Ama bizim sözümüz var, dört yılda bu ülkede yoksulluğu bitireceğiz. Dört yılda yoksul hiçbir aile kalmayacak, her ailenin geliri olacak, her ailede çocuk yatağa asla aç girmeyecek.

Televizyonlara çıkıyorlar, bangır bangır konuşuyorlar. İktidar kanadının televizyonları, onların da sırtı sıvazlanıyor. Kadın kardeşlerime bir daha sesleniyorum; altı yaşındaki kız çocuğu evlenebilir diye fetva veren görüş bildiren ve onlara da destek veren iktidara asla ve asla oy vermeyin. “Altı yaşında çocuk evlenebilir” söylüyor bunu, televizyonlarda söylüyor. Kimseden ses yok. Aksi başka bir şey olsa, televizyonlar kapatılır, konuşanlar tutuklanır, içeriye atılır, bunların sırtı sıvazlanıyor, konuşurken sırtı sıvazlanıyor. O nedenle söylüyorum bütün kadın kardeşlerime, çocuklarınızı seviyorsanız bu anlayışı Türkiye’ye getirmek isteyenlere asla ve asla ödün vermeyin.

Eğitim düzenini allak bullak ettiler. Anneler çocuklarını hangi okula gönderecekler belli değil, hangi sınava girecekler belli değil. Sizin çocuklarınızı kobay gibi kullanmaya başladılar. Bütün annelere sesleniyorum, 2019’da yeni bir tarih yazacağız, birlikte yazacağız, kadın erkek yazacağız, kadın en ön safta mücadelenin kahramanı olarak ortaya çıkacak. Dolayısıyla eğitim düzenini allak bullak eden bu iktidara kimsenin oy vermemesi lazım. Eğer oy verirseniz, çocuğunuzun geleceğini ateşe atarsınız, yazık günahtır.

ÇOCUK İSTİSMARLARINA KARŞI EN AĞIR CEZAYI GETİRECEĞİZ

Efendim peki, hangi partiye oy vereceğiz diye düşünebilirler. Diyebilir ki bir kadın kardeşimiz; Kılıçdaroğlu güzel konuşuyorsun da, biz hangi partiye oy vereceğiz. Gayet basit, sana kim seçme ve seçilme hakkını getirip, seni sandıkta erkeklerle beraber seçime girmen kazanman, milletvekili olman belediye başkanı olman muhtar olmanın yolunu hangi parti açtıysa, o partiye gideceksin gözü kapalı oy vereceksin. Evet, kadınlara seçme ve seçilme hakkını biz getirdik. O zaman her kadın kardeşim diyecek ki, bana bu hakkı kim sağladıysa, ben bu hakkın güvencesi olan partinin arkasında duracağım. Bizim isteğimiz bu.

Efendim, kadın evde otursun hiç çalışmasın. Bu da çıkılıyor, defalarca konuşuluyor televizyonlarda. Bütün kadın kardeşlerim şunu unutmasın. Kadın ve erkek evliyse bir aradaysa, zaten çalışıyorlar. Gidin kırsalda, kadın erkekten daha fazla çalışıyor. Kente gelince kadın evde hapis yatsın. Efendim dışarı çıkmasın, çalışmasın. Niye çalışmasın? O da çalışacak, o da üretecek, o da kazanacak, o da çocuklarına bakacak. Kadın, erkek aile olarak dayanışma içinde hep beraber bütün zorlukları aşacaklar. O nedenle senin çalışmanın önündeki bütün engelleri kaldırmaya söz veren partiye, yani Cumhuriyet Halk Partisine oy ver.

Efendim, CHP’ye oy verirsek ne olur? Öyle ya, bir kadın kardeşimiz de diyebilir. Söyledin gittik CHP’ye de oy verdik, ne yapacaksınız siz? Bir, çocuk istismarlarına karşı en ağır cezayı getireceğimizi daha bundan iki hafta önceki salı toplantısında dile getirmiştim. Şimdi bugün öğrendim ki, hükümet bu konuda bir çalışma yapıyor. Teşekkür ederiz, en azından bizim bir talebimizi duydular. Çocuk istismarına karşı en ağır cezayı getireceğiz ve bu konuyu sonlandıracağız.

KIZ ÇOCUKLARININ OKUMASI İÇİN AİLELERE ÖZEL DESTEK VERECEĞİZ

Nasıl sonlandıracağız? Eğitimle sonlandıracağız, cezayla sonlandıracağız, çocuklarımızı baş tacı edeceğiz, annelerin babaların bütün duyarlılıklarına kulaklarımızı kabartacağız. Bir toplumsal barışı, bir toplumsal huzuru sağlayacağız. Ailelerin yoksulluğunu tarihe gömeceğiz. Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında hiçbir aile “ben yoksulum” demeyecek, kesinlikle yoksulluğu tarihe gömeceğiz.

Kız çocuklarının okuması için ailelere özel destek vereceğiz. Kız çocukları okuyacak. Benim büyük ablam okuma yazma bilmiyor, ama doğduğu yıllarda koşullarda kız çocukları okula gitmiyordu. Ama benim şimdi iki kızım da üniversiteyi bitirdi. Dolayısıyla kız çocuklarının okuması, hayata tutunması, birisine muhtaç olmaması en büyük arzumuzdur, toplumun da en büyük arzusudur, annelerin de en büyük arzusudur. O nedenle kız çocuklarını okula gönderen her aileye özel destek verilecektir. Çocuklarınız sadece ve sadece devlet yurtlarında kalacak, özel yurtlara teslim etmeyeceğiz çocukları, sadece ve sadece devlet yurtlarında kalacak ve bir yıl içinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yapılmayan bir olayı gerçekleştireceğiz, bir yıl içinde hiçbir çocuk benim yurdum yoktur demeyecek, herkesin yurdu olacak.

Ve anneler, taşımalı eğitime son vereceğiz. Ne demek taşımalı eğitim? Bir yerde çocuk varsa, dışarıda öğretmen var bekliyor atama. Çocuk neredeyse orada okul, çocuk neredeyse orada öğretmen, taşımalı eğitime de son vereceğiz. Öğretmenle öğrenciyi okulu bir araya getireceğiz.

YSK İÇİNDEKİ ÇETENİN BÜTÜN OYUNLARINA RAĞMEN EN AZ YÜZDE 60 ALACAĞIZ

Ve dolayısıyla 2019’daki hedefimiz... İki hedefimiz var biliyorsunuz. Birinci hedefimiz, yerel yönetimler. Nereyi alacağız? İstanbul’u alacağız. Nereyi alacağız? Ankara’yı alacağız. Nereyi alacağız? Bursa’yı alacağız. Nereyi alacağız? Denizli’yi alacağız. Nereyi alacağız? Antalya’yı alacağız. Nereyi alacağız? Mersin’i alacağız. Nereyi alacağız? Adana’yı alacağız.

Gerekli dersi vereceğiz. Bu ülkede demokrasi ne demektir, bu ülkede hep bir arada huzur içinde yaşamak ne demektir? Bizim Cumhuriyet Halk Partili belediyelerin kendi kentlerine getirdikleri kültürü, özgürlüğü, yoksulluğu bitirmeyi, onlara ucuz üretim yapıp onlara vermeyi, yoksullara vermeyi dağıtmayı, ama bunu yaparken yoksulluğu afişe etmemeyi, kırsalla kent arasında sağlıklı bir diyalog kurmayı. Bunların tamamını bu kentlerde de yapacağız. Bu şimdilik aklıma gelen, aslında daha fazla alacağız, halkın gücü kadınların çalışmasıyla. Anlaştık mı Başkan?

İkinci seçimimiz daha var. 50+1 diyorlar. 50+1’i kabul etmiyorum, yok öyle bir şey. En az yüzde 60, en az yüzde 60! Niye en az yüzde 60? Yüksek Seçim Kurulunun içindeki çete dahi bizim başarımıza gölge düşürmesin diye. Ben geçen bir televizyon programında Yüksek Seçim Kurulunun içinde bir çete var demiştim. Hemen suç duyurusunda bulunmuşlar. Çete ne demek? Okuyayım size. Benim değil tanım, Türk Dil Kurumunun tanımı. Çete şu diyor: “Yasadışı işler yapmak veya etrafındakileri korumak amacıyla bir araya gelmiş topluluk.” Yani yasadışı iş yapmak amacıyla bir araya gelmiş topluluk, çete bunlar.

Şimdi “mühürsüz oy pusulaları geçerlidir” diye karar aldılar mı? Aldılar. Bu karar kanuna aykırı mı? Aykırı. Yasaya aykırı mı? Aykırı. Bir araya geldiler mi? Bir araya geldiler. Vallahi de billahi de siz çetesiniz, çetesiniz. Neymiş efendim, suç duyurusu... Asıl siz suçlusunuz, yasayı tanımıyorsunuz, parlamentonun iradesini yok saydınız. Kendi kendinize oturdunuz, efendim “mühürsüz oy pusulaları geçerlidir” diye karar aldınız. Niçin? Talimat aldınız. Talimat alan çeteyi de ben ilk kez görüyorum. Kendi aranızda oturuyorsunuz karar alıyorsunuz, bir kişi hariç. Muhalefet şerhi koyan bir kişiye saygım var. Bu doğru değil diyor, kanun çok açık, bunu yapamazsınız diyor. Öbürleri diyorlar ki, biz yaparız ne kanunu diyor, bize kanun çalışmaz diyor. Ben karar alırım, kanun budur diyor. O nedenle Yüksek Seçim Kurulu içindeki çetenin dahi bütün oyunlarına rağmen, en az yüzde 60 alacağız ve bu ülkeye demokrasiyi getireceğiz.

YARGI SATIN ALINMIŞ VAZİYETTE

Efendim OHAL, yani 20 Temmuz darbesi bütün süratiyle devam ediyor. Pek çok masum insan zaten hapislerde; iddianamesi dahi olmayan, aylardır yılı aşkın süredir hapiste olan çok sayıda vatandaş var. Ben hep söyledim, biz bu mağdurların tamamına sahip çıkacağız. Bize oy versin vermesin, o ayrı bir şey, ama eğer siz hakkı ve hukuku savunuyorsanız, adaleti savunuyorsanız... Adalet sadece bizim için geçerli bir kavram değil, herkes için geçerli bir kavramdır ve biz adaleti hakkı ve hukuku 80 milyon için değil sadece, bütün dünya için isteyeceğiz. Adalet çok değerli bir kavramdır.

İstanbul 26.Ağır Ceza Mahkemesi Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Fevzi Yazıcı, Yakup Şimşek ve Şükrü Tuğrul Özşengül hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Suçu şu: “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını ortadan kaldırmak...” Şimdi ben merak ediyorum; Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan, bunlar hangi cebir ve şiddeti kullandılar? Bakın cebir demiyor sadece, şiddet de demiyor, hem cebir hem şiddet, cebir ve şiddet diyor, cebir ve şiddet kullanarak anayasayı ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek. Bunların elinde benim bildiğim kadarıyla sadece kalem var, başka bir şey yok. Silah yok, birisine saldırmadılar, birisini öldürmediler, birisi gidip de Anayasa Mahkemesinde üyeleri taramadı veya birisi gidip Danıştay’da bir başka kişiyi öldürmedi, bir hâkimi öldürmedi. Peki, niye bunlar cebir ve şiddetten dolayı öbür boyu ağırlaştırılmış müebbede mahkum edilirler?

Değerli arkadaşlar, iddianamede diyor ki; eylemleri cebir ve şiddetten söz ederken, “söz ve yazıyla” diyor. Herhalde dünya tarihinde bir ilktir, söz ve yazıyla cebir ve şiddeti aynı kefeye koymak. Anlamak mümkün değil, gerçekten anlamak mümkün değil. Ben az önce okuduğum gazetecilerin belki hiçbirisi hayatı boyunca Cumhuriyet Halk Partisine oy vermemiştir. Ama biz ne dedik? Hakkı hukuku ve adaleti savunacağız dedik. Ama biz şunu söyledik; düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağız dedik. Ama biz şunu söyledik; din ve vicdan özgürlüğü dedik. Ama biz şunu söyledik; herkesin düşüncesi saygındır ve insanlar aksi düşüncelere de saygı göstermek zorundadırlar. Dolayısıyla yapılan uygulamayı asla ve asla doğru bulmuyoruz. Karar bir mahkeme kararı değildir, karar saraydan alınan talimatla verilen bir karardır. O kararı veren de zaten mahkeme değildir. Öyle bir mahkeme olsaydı, yasaları bilseydi, Ceza Kanununu bilseydi, cebir ve şiddet nedir diye bilseydi, daha önce Yargıtay Ceza Davaları Kurulunun verdiği kararı bilseydi, ilgili mahkemenin kararını bilseydi, zaten bu kararı vermezdi.

Peki, o kararları biliyorlar mı? Evet, biliyorlar. Diyebilirsiniz ki, o kararları bildikleri halde nasıl böyle bir karar veriyorlar? Onu hepiniz biliyorsunuz. Niçin hepiniz biliyorsunuz? Niçin hepiniz biliyorsunuz? Çünkü yargı bağımsız değil, yargı satın alınmış vaziyette. Kimisine makam veriliyor, kimisine mevki veriliyor, kimisine milletvekilliği sözü veriliyor. Sen bu kararı ver diyor, ileride seni Yargıtay’a taşıyacağım diyor ve satın alıyor. Satılan yargı yargı değildir, satılan hâkim de hâkim değildir.

FETÖ’NÜN SİYASİ AYAĞINI ÇIKARMAYANLAR, TARİHİN EN ŞEREFSİZ İNSANLARIDIR

FETÖ’cü diye suçluyorlar. Arkadaşlar, FETÖ’cü diye gazeteci buldun, FETÖ’cü diye baklavacı buldun, FETÖ’cü diye sanayici buldun, FETÖ’cü diye esnaf buldun, FETÖ’cü diye memur buldun, FETÖ’cü diye profesör buldun, FETÖ’cü diye polis buldun. Yahu FETÖ’cü diye Allah aşkına bir tane siyasi yok mu? Bu aynı menzile yürüyenler nerede, nerede bu FETÖ’cüler? FETÖ’nün siyasi ayağını çıkarmayanlar, tarihin en şerefsiz insanlarıdır. Evet, bir daha söylüyorum; FETÖ’nün siyasi ayağına ortaya çıkarmayanlar, tarihin en şerefsiz insanlarıdır. Aynı menzile yürüyeceksin, ne istedilerse vereceksin, intikamını nereden alacaksın? Gazeteciden alacaksın. Neymiş? Cebir ve şiddet kullanıyormuş. Ne cebri ne şiddeti kardeşim, bizi kandıracaklarını sanıyorlar.

Bakın, Şahin Alpay, Mehmet Altan kararı Anayasa Mahkemesi, şöyle diyor: “Dosyada darbeye teşebbüs konusunda delil yok, tutuklanması hak ihlalidir” diyor. Delil yok diyor, tutuklanması hak ihlalidir ve serbest bırakıyor. Kimse Anayasa Mahkemesini takmıyor. Neden? Gücü siyasi otoriteden alıyor, hukuktan değil. Eğer bir yargı gücü siyasi otoriteden alıyorsa - hatırlar mısınız Hitler döneminde “Führer’e doğru” diye bir kavram olduğunu söylemiştim. Yani Führer ne düşünüyorsa, ona göre karar verin, hâkimseniz ona göre karar verin. Öyle kanunmuş, efendim falan mahkemenin kararıymış, bir üst mahkemenin kararıymış, bunlara filan hiç itibar etmeyin, Führer nasıl düşünüyorsa aynen öyle karar verin, talimatı oradan alın- bunlar da aynı yolun yolcusu bu insanlar.

Ahmet Şık, Akın Atalay, Murat Sabuncu… Ahmet Şık’ın ne günahı var? FETÖ oldu Ergenekon Balyoz, Ahmet Şık yayınlanmamış kitabı dolayısıyla tutuklandı hapse atıldı. Efendim neymiş? FETÖ’ye karşıymış diye. Zaman geçti darbe oldu, 20 Temmuz darbesi oldu, sivil darbe gerçekleşti, aynı Ahmet Şık şimdi bu sefer FETÖ’cü diye içeride. Akıl var mantık var, gerçekten akıl var mantık var. Niçin içeride biliyor musunuz? Mahkemede hâkimin karşısında dik ve onurlu durduğu için. Hâkime efendim yalakalık yapacak da, hâkim serbest bırakacak. Murat Sabuncu aynı şekilde... Akın Atalay yurtdışındaydı, geldi Türkiye’ye, kaçma filan yok. Tutuklama gözaltına alma kararı çıktığında yurtdışından geldi Türkiye’ye. Alıyorsunuz hapse atıyorsunuz. Niçin? Adalet diye. Hangi adalet arkadaşlar, böyle bir adalet söz konusu olamaz.

DENİZ YÜCEL; TERÖRİSTSE, AJANSA NİÇİN SERBEST BIRAKIYORSUN

Bir başka konu değerli arkadaşlarım, Deniz Yücel olayı. Deniz Yücel geçen yıl gözaltına alındı. 14 gün gözaltında kaldı, 365 gün çoğu tek hücrede olmak üzere hapis yattı. 366’ncı gün üç sayfalık bir iddianame hazırlandı, mahkemeye dahi çıkmadan tahliye edildi ve aynı gün Almanya’dan gelen bir özel uçakla Almanya’ya geri döndü. Deniz Yücel’in tahliye olmasına sevindim; başarılı bir gazeteci, bir Alman vatandaşı, Türk kökenli bir Alman vatandaşı. Türk kökenli birisinin Die Welt gibi bir gazetede muhabir olması, ayrıca bizim için de gurur vesilesi. Ama ben sizi biraz geriye götüreceğim. Deniz Yücel için ne dediler? Gözaltına alındıktan sonra ne dediler?

5 Mart 2017, Erdoğan Tokatlılar Gecesinde konuşuyor: “Bu adam terörist, bu adam gazeteci değil.” Deniz Yücel için, “bu adam terörist, bu adam gazeteci değil” diyor.

26 Mart 2017, Sancaktepe toplu açılış töreninde konuşuyor: “Diyorum ki, Merkel’e dedim ki, Sayın Şansölye o gazeteci değil, o bir terörist…” Merkel’e bunu söylemiş.

13 Nisan 2017, üç televizyonun ortak yayınında muhabir soruyor, gazeteci soruyor, televizyoncu soruyor Deniz Yücel için, “vermeyeceğiz değil mi?” diyor. Erdoğan “kesinlikle, ben bu görevde bu makamda olduğum sürece asla vermeyeceğiz” diyor. Erdoğan yine aynı programda, “bu tam bir ajan, terörist bu” diyor. Ve yine ilave ediyor, “ben Merkel’e 4 bin 500 PKK’lının dosyasını verdim, birisi için bile bana dönüş olmadı” diyor. Sordum diyor Merkel’e,  “neden 4 bin 500 kişiyi verdim, neden bir kişinin dosyası bile gelmedi?” Merkel demiş ki, “bizim yargımız var, yargı buna karar verir.” Erdoğan da demiş ki, “sizin yargınız mademki adil, bizim yargımız sizden daha adil, yargılanacak” demiş.

Ve geliyorum tahliyeden sonra yapılan açıklamaya. Deniz Yücel’in tahliyeden sonra yaptığı açıklama. Diyor ki; “bugün cezaevinden çıkarken bana şöyle bir karar verildi. İstanbul 3.Sulh Ceza Hâkimliği Kaleminden 13 Şubat tarihli tutukluluk haline devam kararı.” Çıkıyor hapishaneden, eline bir mahkeme kararı veriliyor, 3.Sulh Ceza Hâkimliğinin, tutukluluğuna devam kararı. “Bugün aldım” diyor çıkarken, “ama yine de çıktım.” Yani tutukluluğa devam kararı verdiler, ama yine de çıktım diyor. “Bu arada niye çıktım, bir sene önce niye tutuklandım halen bilmiyorum” diyor. Niye çıktım, niye tutuklandım, halen bilmiyorum diyor. Devam ediyor; “Neyse önemli değil, sonuçta şunu biliyorum. Ne geçen sene benim tutuklanmam, daha doğrusu rehin alınmam, ne bu sene bugün bırakılmam, hukukla hukuk devletiyle hiçbir alakası yok, bunu gayet net biliyorum. Bu durumu bilen herkes bunu anlar. Söyleyecek çok şey var, ama şimdilik kalsın” diyor.

Değerli arkadaşlarım, siz alıyorsunuz ülkenin en tepe noktasındaki koltuğa oturan kişi, fuzuli şagil olan kişi “bu ajandır, bu teröristtir” diyor, “ben bu görevde kaldığım sürece asla bırakmayacağım” diyor, her şeyi söylüyor. Ama tahliye ediliyor, bırakılıyor, uçağı geliyor, yurtdışına gidiyor.

Şimdi soru... Biz soru soruyoruz, ama işine gelenleri cevaplıyorlar, işine gelmeyenler konusunda tık yok. İddianame dahi hazırlanmadan sen kalktın bir gazeteciye terörist dedin, ajan dedin. Peki, teröristse ajansa niçin serbest bırakıyorsun bir ajanı? Demek ki, terörist de değil, ajan da değil. O zaman sana bu bilgiyi kim verdi? Seni kim aldattı Sevgili Erdoğan? Ayrıca hazırlanan iddianamede de tek cümle, ne ajan ne terörist lafı dahi geçmiyor. Hani üç sayfalık iddianame var ya, gece oturuldu iddianame hazırlandı, sabah mahkemeye verildi. Mahkeme kararı verdi, hemen tahliyesine karar verdiler. O da diyor zaten, niye girdim niye çıktım diyor, haberim yok diyor bundan.

Haydi serbest kaldı diyelim. Bu ajansa, bu teröristse niye yurtdışına çıkışına izin verdin? Yurtdışına çıkmasın, burada kalsın o zaman. İbrahim Kaboğlu’nu hepimiz biliriz. Ne ajan, ne terörist, ama pasaportuna el konulmuş, yurtdışına çıkış yasağı getirilmiş, üniversiteden atılmış. Bunlarda din vicdan var mı Allah aşkına, ahlak var mı bunlarda? Vallahi de billahi de, samimi olarak soruyorum, var mı bunlarda? Erdem Gül’ün eşi, yurtdışına çıkış yasağı var. Hadi Erdem Gül’e yurtdışına çıkış yasağı getirdi, eşinin ne günahı var? Ona getiriyorsun, ama bir yerlerden telefon gelince, bütün ipleri atıyorsun, yurtdışına çıkışına izin veriyorsun, hemen süratle tahliye ediyorsun. Diyorsun ki, 4 bin 500 PKK’lı dosyası verdim diyorsun, bir tane dahi vermediler diyorsun. İyi de kardeşim, sen 4 bin 500 PKK’lının dosyasını veriyorsun da, bir kişiyi bile sana göndermiyorlarsa, sen nasıl oldu da ajan terörist diye suçladığın bir adama serbest bıraktın? Nasıl oluyor da, hangi gerekçeyle oluyor da...

OTURDUĞU KOLTUĞU BEŞ PARALIK EDİYOR, İTİBARSIZ HALE GETİRİYOR

“Ben bu görevde kaldığım sürece, bu makamda olduğum sürece asla vermeyeceğiz.” Ben de sandım ki, Man Adası belgeleri doğru çıktı, dolayısıyla kendisi istifa etti, -öyle demişti- istifa edince de görevden ayrıldı, Deniz Yücel de serbest bırakıldı. Meğer öyle değilmiş.

Yine değerli arkadaşlarım, 365 gün bir gazeteci iddianamesiz mahkemede niye tutuyorsunuz, hapiste niye tutuyorsunuz? Sadece bu değil, 17 Nisan’da hatırlar mısınız bilmiyorum, 17 Nisan’da Büyükada’da sivil toplum kuruluşları bir araya gelmişler insan hakları savunucuları bir toplantı yapıyorlardı. Sekiz kişi hakkında tutuklama kararı çıktı. İkisi Alman ve İsveç vatandaşıydı. Onları da yine suçladılar, ajan dediler, terörist dediler, yardım ediyordu, her şeyi söylediler. Havuz medyası da malum, bu işin bayraktarlığını yapıyor. Peki, nasıl oldu da bir süre sonra serbest kaldılar? Bu Alman ve İsveç vatandaşı olanların yurtdışına çıkışına izin verdiler, ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hayır dediler, siz yurtdışına çıkamazsınız. Bu çifte standart hukukun neresinde var? Bu sorunun da cevabı merak ediliyor. Sadece Almanlar İsveçliler değil tabii, Ruslar da bakın. Türkiye’de birden fazla cinayeti organize etmekle suçlanan iki Rus casusu Rusya’ya iade edildi. Niye iade edildi? Cinayeti organize etmişler, insanlar öldürülmüş, ama siz iade ediyorsunuz.

Sonuç ne biliyor musunuz? Oturduğu koltuğu beş paralık ediyor, itibarsız hale getiriyor. O koltuk Türkiye Cumhuriyeti Devletine ait bir koltuktur, o koltuğu sen itibarsız hale getirirsen Türkiye Cumhuriyeti saygınlığını yitirir. Bizim derdimiz de o zaten, seninle bir derdimiz yok. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin itibarını yerle bir ediyorsun sen.

TÜRKİYE’Yİ EGEMEN GÜÇLERİN ŞAMAR OĞLANI HALİNE GETİRDİLER

27 Haziran 2012’de demiştim ki, “siz Türkiye’yi Ortadoğu’nun şamar oğlanı haline dönüştürdünüz.” Öyle anlaşılıyor ki bugün geldiğimiz süreçte, 2018’de bunlar Türkiye’yi egemen güçlerin şamar oğlanı haline getirdiler. Ağır bir cümle biliyorum. Putin telefon eder adamını kurtarır, Merkel telefon eder adamını kurtarır, Macron telefon eder adamını kurtarır, İsveç telefon eder adamını kurtarır, herkes adamını kurtarıyor. Dışarıdan bir telefon, adamını kurtarıyorsun. Bir de dönüp diyorsun ki, bizde yargı bağımsızdır. Hangi bağımsızlık arkadaşlar, ne bağımsızlığı? Yok öyle bir şey. Saraydan talimat diyordum defalarca defalarca, işte bütün kanıtları bunlar. Bir telefon serbest, bir telefon içeriye at. Almanya, Fransa, Rusya ve İsveç vatandaşlarını kurtarırken, içeride nasıl kurtarılıyor? Bir, paran varsa; iki, adamın varsa, akraban varsa kesinlikle içeride kalmıyorsun, hemen derhal tahliyene karar veriyorlar. Ama garibansan, mazlumsan, aylarca yıllarca hapiste yatabilirsin. Ne arayan olur, ne de soran olur. Ama hiç kimse unutmasın, bunun hesabını sormak bizim boynumuzun borcudur.

ADALETİ ÖLDÜRÜRSEN, DEVLETİ YOK EDERSİN

Fatih Sultan Mehmet’e atfedilen çok önemli bir söz var, der ki, “kadıyı satın aldığın gün, adalet ölür. Adaletin öldüğü gün de devlet ölür” diyor. Biz neden Adalet Yürüyüşünü yaptık? Eğer siz kadıyı satın almışsanız, adaleti öldürüyorsunuz. Adaleti öldürüyorsanız, devleti yok ediyorsunuz. Belki bazı vatandaşlar diyecekler ki; devletimiz, Türkiye Cumhuriyeti ayakta. Evet, ben de biliyorum ayakta, ben de biliyorum payidar olacaktır, ilelebet payidar olacaktır, ama neden 15’nci yılın sonunda biz kalktık da Türkiye’nin bekasından söz ediyoruz? Türkiye’nin geleceği konusunda hep beraber endişe duyuyoruz? Adaleti öldürdüğün zaman, böyle bir tablo çıkıyor. Kadıyı satın alırsan, yani hâkimi satın alırsan, yani hâkime mevki makam verip onu satın alırsan, onu hukuktan uzaklaştırırsan adaleti öldürürsün; adaleti öldürürsen de devleti yok edersin. Geldiğimiz nokta budur değerli arkadaşlarım.

YARIN ÇIKIP DİYECEK Kİ, “TİLLERSON DA BİZİ ALDATTI”

Son bir konuya daha değineyim. Afrin operasyonu büyük bir başarıyla devam ediyor. Kahraman ordumuza, komutanlarına, erlerine şükran borçluyuz. Bu ülkenin geleceği için, bekası için mücadele veriyorlar, hayatlarıyla mücadele veriyorlar. Erinden komutanına kadar, en üst rütbeli komutanına kadar ordumuza müteşekkiriz. Onu zaten peygamber ocağı olarak biliyoruz. Kahraman ordumuz, Mehmetçiklerimiz, onlar aynı zamanda Mustafa Kemal’in askerleri, Mustafa Kemal’in Mehmetçikleri. Mücadeleyi zor koşullarda veriyorlar, bunu da çok iyi biliyoruz. Daha az şehidimizin gelmesi için, iğneyle kuyu kazar gibi dikkatli ve özenli davranıyorlar. Bu konuda yine kendilerine şükran borçluyuz. Orada görev yapanların annelerinin yürekleri atıyor, belki akşamları gözlerine uyku girmiyor, oğlum evine sağ salim dönecek mi diye. Herkesin burnu kanamadan evine sağ salim dönmesi de bizim en büyük arzumuzdur.

Afrin operasyonu dolayısıyla, YPG dolayısıyla hükümet yetkilileri Amerika Birleşik Devletlerini en ağır şekilde eleştirdiler; “YPG’ye destek veriyor” dediler, “FETÖ’ye destek veriyor” dediler, “PKK’ya destek veriyor” dediler, “4 bin tır dolusu silah gönderdi” dediler, her türlü eleştiriyi yaptılar. Haklılar mı? Haklılar, eleştirilerde haklılar. Egemen güçlerin buluştuğu bir yerde, aklınızı kullanmadan birilerinin oyuncağı olarak oyunun parçası olursanız siz kaybedersiniz. O nedenle siz belli bir diplomatik kararı veya belli bir kararı alırken oturup bütün ayrıntılarını düşünmek ve ona göre dil geliştirmek zorundasınız. Bölge sadece bizim bölgemiz değil, bizim bölgemiz olmaktan da çıktı. Birden fazla egemen gücün vekâlet savaşlarının yapıldığı bölgeye dönüştü.

Tillerson geldi Türkiye’ye. Gelir... Üç buçuk saatlik bir görüşme yaptı, mevkidaşıyla ayrıca görüştü Dışişleri Bakanı ve yarım sayfalık bir metin hazırladılar ve kamuoyuyla paylaşıldı bu metin. “Türkiye ABD stratejik ortaklığı hakkında ortak açıklama” metnin başlığı bu. Bu metinde ABD’ye o kadar suçlama yapıldı, haklıydı o suçlamalar. Bu metinde neler var? Bu metinde Amerika Afrin operasyonumuza açık ve şartsız destek veriyorum demiyor. Yine Membiç’ten PKK ve PYD’nin çekilmesi önerimize somut hiçbir şey söylemiyor. Başka... Fırat’ın doğusundaki yapılanmayı himaye etmeye devam edeceğini söylüyor. Başka... PYD ve YPG’yi terör örgütü olarak görmüyorum diyor. Başka... PKK, PYD ve YPG’ye ağır silah vermediğini iddia ediyor ve dolayısıyla bu silahları toplamayacağını da söylemiyor. FETÖ’yü de zaten terör örgütü olarak görmüyor.

Şimdi siz bunun altına hangi gerekçeyle imza attınız? O kadar suçladınız, biz de size hak verdik. Peki, bu metnin altına siz hangi gerekçeyle gidip imza attınız? Yarın çıkıp diyecek ki, “Tillerson da bizi aldattı.” Kardeşim, bir sefer de şu kardeşinin sözünü dinlesene, benim sözümü dinle. Böyle bir metnin altına imza atılır mı? Hangi gerekçeyle imza atıyorsun sen? Her önüne gelen seni kandırıyor. Rusya telefon ediyor, gereğini yapıyorsun, Amerika telefon ediyor, gereğini yapıyorsun.

BUNLAR UZAYDA MI YAŞIYOR, SURİYE FİİLEN PARÇALANMIŞ VAZİYETTE

Bakın, bir ortak açıklamada, bu ortak açıklamada bir şey daha var. Diyor ki, “oldubittiler yaratılmasına ve demografik değişimlere karşıyız” diyor. Bunlar uzayda mı yaşıyor, hangi oldubittiler? Suriye fiilen parçalanmış vaziyette. Sanki daha bir yerde yeni bir şeyler yapılacakmış gibi. Demografik değişiklikler... Zaten değişti, bunların dünyadan haberi bile yok, bizimkilerin de haberi yok. Türkmen kaldı mı eski yerinde? Yok. Araplar kaldı mı eski yerinde? Yok. Kürtler kaldı mı eski yerinde? Yok. Coğrafya değişti, demografik yapı değişti. Bütün bunlar biline biline altına not düşüyorlar, efendim biz bu değişikliklere karşı duyarlı olacağız. Hangi duyarlılık arkadaşlar?

Ve bir şey daha; üç buçuk saatlik bir görüşme yapıldı. Bir ülke kendi mevkidaşıyla üç buçuk saat görüşebilir, beş saat de görüşebilir. Cumhurbaşkanı Amerikan Başkanıyla konuşabilir.

DEVLET DEVRE DIŞI

Peki, siz bir başka ülkenin Dışişleri Bakanıyla üç buçuk saat görüşüyorsunuz. Dışişleri Bakanı da orada, o da tercüman. Dünyada tercümanlık yapan Dışişleri Bakanı yoktur bizim dışımızda, tercümanlık yapan. Sen Bakan mısın, tercüman mısın?

Başka... Dışişleri Bakanlığından bir tek görevli bile yok. Yani devlet devre dışı, devleti devre dışı bırakıyorlar. Tutanak tutulup tutulmadığını da bilmiyoruz. Çünkü Dışişleri Bakanının normalde görevlisi olur, tercümanı olur, tercümeyi yapar, notlar alınır, ya banda alınır. Ondan sonra devletin arşivine görüşmeler kaldırılır. Neden biliyor musunuz? Büyük bir ihtimalle Zarrab görüşüldü, büyük bir ihtimalle Halk Bankasının durumu görüşüldü, onları kimse duymasın diye büyük bir ihtimalle bunu yapıyorlar.

AMERİKA’NIN VE RUSYA’NIN EGEMENLİĞİNDEN KURTULUN

Ama yine de bir öneriyi yapmak istiyorum. Allah aşkına, şu Amerika’nın ve Rusya’nın egemenliğinden bir kurtulun, o çekim gücünün biraz dışına çıkın. Yapacağınız şey şu: Bu bölgede dört tane devlet var: Türkiye, İran, Irak, Suriye. Bu dört devletin başkanı bir araya gelemiyor mu? Dört devletin başkanı bir araya gelip kendi sorunlarını çözemiyor mu? Dört devletin başkanı kendi ülkesinin ve diğer ülkelerle birlikte bakış içinde yaşamasına karar veremiyor mu ki, illa emperyalist güçler gelecek, onların eşliğinde biz bu işi yapacağız. Onların eşliğinde bunu yapamazsın, barışı getiremezsin, huzuru getiremezsin. Onlar senin eline silah verirler gönderirler Suriye’ye. Akan kan kimin? Amerika’nın kanı mı? Hayır. Rusya’nın kanı mı? Hayır. Akan kan Müslüman’ın kanı. Silahı veren kim? Ya Rusya, ya Amerika... Uyanmıyor musunuz siz? Bir daha uyarıyorum; toplanın kardeşim, dört tane devlet oturun konuşun, sorunlarımızı çözelim. Niye çözmeyelim?

Erdoğan Afyon konuşmasında, benim yıllarca -yıllarca diyorum, hani defalarca demiyorum- söylediğim bir şey vardı. Akıl Allah’ın insana verdiği çok önemli bir hazinedir. Devlet akılla yönetilir, devlet bilgiyle yönetilir, devlet tecrübeyle yönetilir; devlet kinle, intikam duygusuyla, öfkeyle yönetilmez. Afyon’da konuşma yapmış, “Ne zaman bunları Allah’ın insanlara en büyük lütfu olan akılla diyalogla konuşmayla çözdüysek, hepimiz kazandık.” Güzel, ben de onu söylüyorum zaten. Diyalogla, otur diyalog kur diyorum; akılla, beraber oturun konuşun, ortak aklı oluşturun. Ve kim kazanacak? Hepimiz kazanacağız. “Ne zaman bu meseleler siyasi ve ekonomik ilişkilerimizle çatışmaya yol açtıysa, hep birlikte bedel ödedik.” Beyefendi sen bedel ödemedin, bedeli ödeyen Türkiye Cumhuriyeti, bu millet ödedi bedeli. Sen hâlâ yerinde oturuyorsun, söz verdiğin halde istifa etmiyorsun. Ben bunları da gayet iyi biliyorum.

Efendim hepinize şükran borçluyum, hepinize selamlar saygılar sunuyorum.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR