Üst Header Banner Reklam
Önce Ülkem ve Milletim, Sonra Partim ve Ben
Milliyetçi Hareket Partisi siyasi mücadelesini “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışına uygun olarak tam bir inanç ve iddiayla yürütmeye kararlıdır.
4.07.2015 02:41:08
Bu haber 1045 kez okundu
Önce Ülkem ve Milletim, Sonra Partim ve Ben

 Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,

TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Kıymetli Basın Mensupları,

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 25’inci Yasama Dönemi 1’inci Yasama Yılı’nın bu ilk grup toplantısında sizlerle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Öncelikle muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Bilindiği üzere, 20 siyasi parti ve 165 bağımsız adayın katıldığı 25’inci Dönem Milletvekili Genel Seçimi 7 Haziran 2015 Pazar günü yapılmıştır.

Türk milleti tarihi nitelikli demokratik sorumluluğunu bir kez daha icra ve ifa etmiştir.

Seçim sonuçları 4 partili bir Meclis tablosunu ortaya çıkarmıştır.

Ve hiçbir parti tek başına iktidar olma ehliyet ve yetkisini alamamıştır.

Şüphesiz ki sandıktan çıkan neticeye herkes saygı duymalıdır.

Aziz milletimiz AKP’nin 13 yıla yaklaşan tek başına iktidarına son vermiş ve yepyeni bir sayfa açmıştır. Bu önemli bir kazanımdır.

Türkiye seçim akşamından itibaren farklı bir siyasi kulvara girmiştir.

Çatışmadan beslenen, gerilimden nemalanan odak ve çevreler 7 Haziran’da milli irade tarafından açık bir şekilde ikaz edilmiştir.

Türk milleti, egemenliğin yegâne sahibi olduğunu göstererek anti-demokratik özenti ve uygulamaları, tek adamlık özlemiyle kavrulan baskıcı zihniyeti kızağa çekmiştir.

7 Haziran’da başkanlık sistemi etrafında kurulan yığınak dağıtılmıştır.

Devletin kuruluş ilkelerine yönelik intikamcı söylem ve niyetler geriletilmiştir.

Yeni Türkiye tez ve dayatması çürümeye terk edilmiştir.

Yalan ve iftirayla temellenen siyasi üslup ise kesif bir darbe almıştır.

7 Haziranla birlikte demokrasinin nefesi açılmış ve toplumsal rahatlama vasat bulmuştur.

Bu azımsanmayacak, basite alınmayacak bir gelişmedir.

Dahası bu gelişme, bundan sonrasına ümitvar bakmamız için haklı bir gerekçedir.

Elbette Türkiye’nin AKP’den ibaret olmadığı gerçeği seçimle birlikte daha da somutlaşmıştır.

Siyasetteki alternatifsizlik rafa kaldırılmıştır.

İşleyen demokratik teamül ve kurallar onca olumsuzluğa rağmen ülkemizin ufkunu ve bahtını açmıştır.

Seçim sonuçlarının siyasi aktör ve kurumlara yüklediği başlıca yükümlülükleri analiz etmeden önce, şu hatırlatmaları yapmayı özellikle gerekli buluyorum:

Milliyetçi Hareket Partisi olarak, 7 Haziran akşamından bu tarafa söylediğimiz sözlerin kuşku yok ki hala arkasındayız.

İsabetle belirlediğimiz siyasi pozisyonumuzdan savrulmadan, ilkelerimizin kılavuzluğundan ayrılmadan demokratik görevimizi titizlikle yerine getiriyoruz.

Evvela şunu söylemek lazımdır ki, Türk milleti, Milliyetçi Hareket Partisi’ne ana muhalefet görevi vermiştir.

Bu çok açıktır.

Sandıktan çıkan sonucu etraflıca yorumladığımızda karşımıza bu yalın ve yakın gerçek çıkmaktadır.

Bize verilen ana muhalefet görevi koalisyon arayışlarına kapalı durmak, peşinen ve önyargılı bir tavırla muhtemel görüşmelere yüz çevirmek demek değildir.

Biz, Türkiye ve Türk milleti için dün fedakârlık yaptık, gerekirse, yeri gelirse yine ve yeniden yaparız.

Fakat bu varoluşumuzun hilafına olmamalıdır, olmayacaktır.

46 yıllık mazimizi hiçe sayarak, temel görüş ve eleştirilerimizi sırf bir koalisyon için görmezden gelmemizi umarak inisiyatif alınmasını bekleyenler beyhude davranış içindedir.

Bizi biz yapan değer ve emanetlere mesafe koyarsak, bize anlam katan, ülkülerimize ruh veren milli duruşumuzdan taviz verirsek, bunu ne şehitlerimize anlatabiliriz, ne tarihe ve bize gönül veren milyonlara izah edebiliriz.

Elbette Türkiye hükümetsiz kalmamalıdır ve de kalmayacaktır.

Kötümser olmaya, karamsarlık aşılamaya hiç kimse tevessül etmemeli, hiç kimse böylesi bir yanlışa düşmemelidir.

Aziz milletimizin biriken ve ağırlaşan sosyal ve ekonomik meseleleri çözüm beklemektedir. Bu tartışmasızdır.

Milliyetçi Hareket Partisi siyasi mücadelesini “Önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben” anlayışına uygun olarak tam bir inanç ve iddiayla yürütmeye kararlıdır.

Geçmişte olduğu gibi bundan sonra da taşıdığımız sorumluluğun fevkinde olacağımızdan kimsenin endişesi olmamalıdır.

Bir asrı aşan milliyetçilik davasını ve Milliyetçi Hareket’in 46 yıllık şerefli mirasını günlük hesaplar ve ucuz siyaset ile heba etmeyecek bir akla, şuura, özgüvene ve yeterli deneyime çok şükür sahibiz.

Türk-İslam davasının bugünkü neferleri olarak, taşıdığımız emaneti gözümüz gibi koruyup gelecek nesillere teslim etmek bizim boynumuzun borcudur.

Değerli Milletvekilleri,

Karanlık kampanyaların arasından sıyrılarak, çok zor şartlar altında verdiğiniz bir mücadele sonucu, bugün Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisinde 80 muhterem vekille temsil edilmektir.

Bu dikkate değer bir başarıdır.

Ortadoğu’da oynanan oyunları, Avrasya’da süregelen senaryoları, Türkiye’nin itilmeye çalışıldığı vahim uçurum ve kör kuyuyu samimiyetle idrak edenler bizim kararlılığımızı daha iyi okuyabilecektir.

Biz bugüne karşı duyarlı olduğumuz kadar düne ve geleceğe karşı da sorumluyuz.

Küresel güçlerin Türkiye’miz üzerindeki emellerini iyi biliyoruz.

Bu kapsamda iç ve dış uzantıları olan siyasi tanzim ve planları hem görüyor hem de buna karşı teyakkuzda bulunuyoruz.

Tüm olumsuzluklara rağmen, Türkiye’yi hedefine alan karanlık siyaset mühendisliğini sizler, partimize oy veren Türkiye sevdalıları, fedakarca gayret gösteren teşkilatlarımız ellerinin tersiyle itmiştir.

AKP’nin kaçak saray ikmal ve destekli tüm kanunsuzluk ve zorlamaları boşa çıkarılmıştır.

Engellemeler, algı operasyonları, istismar ayıpları, aldatma ve kandırma mekanizmaları Milliyetçi Hareket’i durduramamıştır.

Bundan sonra da durduramayacaktır.

Ok yaydan 46 yıl önce çıkmıştır.

Artık geri dönüş yoktur.

Ve Türk milletinin mevcudiyeti üzerinde kirli hesap yapan mihrak ve melanet yuvaları hak ettikleri dersi mutlaka alacaklardır.

Bu kutlu çatının altında görev yapan siz muhterem arkadaşlarım, zalimce kurgulanan propaganda gücünü aşarak buraya geldiniz.

Yandaş medyanın tezvirat ve tuzaklarını yararak, iktidarın ahlaksızca kullandığı devlet imkânlarına göğüs gererek millet vekaletine hak kazandınız.

Pek tabiidir ki, her seçimden olduğu gibi, 7 Haziran’da da partimiz için çıkartacağımız ders ve sonuçlar olacaktır.

Bunların incelemelerini teferruatlı şekilde yaptık, yapıyoruz.

Milletimizin yanılmaz sağduyusuyla verdiği siyasi mesajları iyi değerlendirmek durumunda olduğumuzun farkındayız.

Sonuçlar, gerekçelerimiz ne olursa olsun, kendimizi anlatamadığımız önemli oranda toplumsal bir kesimin varlığına da işaret etmektedir.

Ancak seçimin ardından partimizin aldığı sonucu küçümseyen, eleştiren bazı mihraklar türemiştir ki, bunlara Milliyetçi Hareket’e ne gibi katkılar sağladıklarını, hangi desteği verdiklerini sormak en doğal hakkımızdır.

 

Ellerine geçirmiş oldukları sütunları, ekranları ve masaları bir kez bile Milliyetçi Hareket’in lehine kullanmayanların bugün kazanılmış başarıyı çarpıtmaları basitliktir.

Bizler, reel politik bir disiplin içinde, milliyetçi ahlakın bilinci ile her eleştiriyi dinlemeye ve sonuç çıkarmaya hazırız.

Fakat bunun öncelikle hakkaniyete ve sonra siyasi ve vicdani adaba uygun olmasını ister ve bekleriz.

Milliyetçileri Meclis çatısından uzak tutmak için kurulan tuzakları, partimizi ve davamızı içten yıkmak için sokulan fitneleri, yapılan dedikoduları, oynanan oyunları asla ve asla unutmayız.

Biz Milliyetçi Hareket’in bugünlere kolay gelmediğini yaşayarak biliyoruz.

Çekilen sıkıntıların, verilen kutlu mücadelenin en canlı tanığıyız.

Bu itibarla, sizler mücadelenizle içten ve dıştan kurulan ablukayı parçaladınız ve bu kutlu mekânda yer alabildiniz.

Gönül isterdi ki diğer adaylarımız da burada bulunsunlar.

Ancak bilinmelidir ki, onların da verdikleri mücadele en az burada bulunan arkadaşlarımız kadar önemli, saygın ve değerli olmuştur.

Milliyetçi Hareket, bugün sayıları yedi buçuk milyona yaklaşan vatan evladının gözüne ve gönlüne girmeyi başarmışsa bunun gurur payesi tüm dava arkadaşlarımındır.

Bu asla hafife alınacak bir sonuç değildir ve kolay elde edilmemiştir.

Partimizin kurulduğu ve liderimiz Alparslan Türkeş Bey’in tek temsilci olarak Meclise girdiği 1969 yılından bu yana verilen şerefli bir mücadelenin adım adım ulaşılan eseridir.

Sizleri, cefakâr teşkilat mensuplarımızı ve Milliyetçi Hareket’e gönül vermiş kardeşlerimi kutluyorum.

Gururla söylemek isterim ki, yüzde 16,3 oy oranı ve 80 milletvekili ile aziz milletimiz etrafına çekilmek istenen surları yıkıp büyük bir kuşatmayı yarmıştır.

Ulaştığımız bu sonuçla Türkiye’mizin sahipsiz olmadığı tüm dünyaya ilan edilmiştir.

Hepinizle iftihar ediyorum.

Türk milletinin kalbinin attığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunuyor olmanızın önemini herkes yakında daha iyi anlayacak ve anlamlandıracaktır.

Bu imkânı bizlere veren büyük milletimize bir kez daha şükranlarımı sunuyorum.

Unutmayınız ki, Milliyetçi Hareket Türk siyasetinin tertemiz bir yüzü, Türk milletinin taviz vermeyecek son siperi, teslim olmayacak, düşürülemeyecek son kalesidir.

Biz var kılan vatan ve millet sevdasıdır.

Koltuk merakıyla ne ilkelerimizden cayarız, ne de makam-mevki tutkusuyla inançlarımızı pazarlık konusu yaparız.

Çünkü biz Türk milletiyiz, çünkü biz Türk-İslam ülküsünün yılmaz bekçileriyiz.

Değerli Arkadaşlarım,

Ülkemiz, geride kalan AKP’li hükümetlerin sosyal, siyasal, ekonomik, dış politika, kültürel, kısacası her alanda neden olduğu tahribatın sancılarını yaşamaktadır.

Geçmiş döneme damgasını vuran iktidar partisinin milletimizden yüzde 40,8 oranında destek bulması bu gerçeği ifade etmemize mani değildir.

Temennimiz politik inat ve ısrarların, kısır hesap ve ihtirasların, gerginlik ve kutuplaşmaların bir sonuç vermeyeceğinin herkes tarafından anlaşılmış olmasıdır.

Haricimizdeki siyasi partilerin durumu ne olursa olsun, Milliyetçi Hareket “Milli duruşun, uzlaşmanın, hoşgörünün ve diyaloğun adresi” olmaya hevesle devam edecektir.

Ancak, bilinmesi gereken ayrıntı, göstereceğimiz bu uzlaşmanın, hoşgörünün ve diyaloğun milli devlet, üniter yapı ve Cumhuriyetimizin temel değerleri ekseninde olacağıdır.

Bu açıdan, Milliyetçi Hareket’in tutumunu, gizli ya da örtülü niyetleri için bir fırsat zannedenlerin bu eğilimlerini bir kez daha ve çok geç olmadan gözden geçirmelerini tavsiye ediyorum.

Milliyetçi Hareket’in uzlaşmacı tavrı üzerinden, yıkıcı veya bölücü niyetlere meşruiyet kazandırılmaya çalışılması halinde, buna en sert ve kesin cevabı yine Milliyetçi Hareket mensupları verecektir.

Bu konudaki hassasiyetimizin bilinmesinde şimdiden fayda mülahaza ediyorum.

Bu nedenle, iktidar veya muhalefet partisine mensup olsun, her milletvekiline düşen görev milli meselelerde yanlış adım atmaktan kaçınmak olmalıdır.

Geçmişte ne dedikse bugün de aynı sözlerimizin yanındayız.

Parlamentoda olmamız yapılan yanlışları göz ardı etmemizi gerektirmeyecektir.

Hangi siyasi görüşe sahip olursa olsun, Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ve yapısını tartışmaya açmak, etnik köken farklılıklarına dayanarak bunları yıkmaya çalışmak veya bunlara seyirci kalmak bilinmelidir ki devletin ve milletin varlığına kastetmekle eş değerdir.

Bunun da adı bize göre ihanettir.

Milliyetçi Hareket bu emelleri besleyenlere hiçbir şart altında geçit vermemek üzere milletinden siyasal destek ve yetki almıştır.

Bu bakımdan hiç kimse ham hayal peşinde koşmamalı, Türk milletinin gücünü ve Milliyetçi Hareket’in sabrını test etmemelidir.

Bugünkü nazik dönemde herkesin sağduyunun rehberliğinde hareket etmesi şarttır.

Bu itibarla, Türk milletinin iradesinin temsil yeri olan bu kutlu çatı altında, 25.Dönemin bu ilk toplantısında başkentimiz Ankara’dan Milliyetçi Hareket Partisi’nin kararlılığını ve fikriyatını bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Bu konuyu özellikle koalisyon tartışmalarına da yol göstermesi bakımından çok önemli buluyorum.

Türkiye Cumhuriyeti adıyla ve üniter devlet çatısı altında, Türk milleti kimliği ile beraberce yaşayabilmemizin asgari kuralları 29 Ekim 1923 tarihinde Atatürk ve kurucu kahramanlar tarafından konulmuştur.

Başkentimizin Ankara, dilimizin Türkçe, bayrağımızın ay yıldızlı al bayrak, milli marşımızın İstiklal Marşı olduğu belirlenmiş ve Anayasamız tarafından da güvence altına alınmıştır.

Buradan yeni baştan ilan ediyorum ki;

Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi, milleti ve egemenlik unsurları ile tektir ve üniter bir devlettir.

Türk milleti tarihi ve kültürel kökleri itibariyle ayrılık kabul etmeyen bir bütündür.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, istiklâl ve bağımsızlık mücadelemizin taçlandırılmasıdır.

Ay yıldızlı al bayrağımız bağımsızlığımızın, egemenliğimizin, birlik ve beraberliğimizin sembolüdür.

İstiklal Marşımız, bu onurlu mücadelenin kahramanlık destanıdır ve o günlerin mukaddes bir hatırasıdır.

Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek dil ülküsüdür.

Milliyetçi Hareket, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri, gösterecekleri yüksek fedakârlık, kararlılık, milli şuur ve millet sevgisi ile korumaya yeminlidir.

Bunlar, Milliyetçi Hareket’in varlık ve yaşama nedenleridir.

Bizim uzlaşma ve diyalog zeminimizin ana omurgası ancak bunlara saygı ve riayetle mümkündür.

Milliyetçi Hareket’in ayrılıkta, bölünmede, çözülmede, dağılmada, parçalanmada mutabakat araması asla ve asla mümkün değildir.

Beklentimiz ve ümidimiz Milliyetçi Hareket’in milli duruş için yaptığı sağduyu ve kucaklaşma çağrılarının bu ilkeler etrafında cevap bulmasıdır.

Muhterem Milletvekilleri,

Mevcut Anayasa ve demokratik parlamenter sistem içinde, bir partinin tek başına güvenoyu alabilecek milletvekili sayısına ulaşamaması halinde iktidar sorununu çözmek için iki yöntem mevcuttur.

Bunlardan birisi azınlık hükümeti, diğeri ise koalisyon hükümeti kurulmasıdır.

Çok partili sistemlerde yaygın olarak koalisyon hükümetleri tercih edilmektedir.

Koalisyon; iki ya da daha fazla sayıda partinin, kendi program ve politikalarından belli ölçülerde feragat edip, bir protokol kapsamında anlaşmalarıyla yürütme yetkisini paylaşmalarını ifade etmektedir.

Bir hükümetin kuruluşunu değerlendirirken konuya üç temel bakış açısından yaklaşmakta büyük fayda vardır.

Birincisi, dünyanın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik şartlar, uluslararası siyasi sistemde meydana gelen hızlı değişimler, bölgesel ve küresel ölçekte yaşanan sıcak gelişmelerdir.

İkincisi iç siyasi dinamiklerin seyri ve ana muhtevasıdır.

Üçüncüsü ise aziz milletimizin tercih ve beklentisiyle birlikte toplumsal taleplerin yön ve çerçevesidir.

Sosyal zeminden kopuk, sosyal ve ekonomik ilişkilerin ana arteriyle çelişkili bir siyaset olmayacağına göre, kurulacak her hükümet sıraladığım bu üç faktöre dayalı olmak durumundadır.

Bir koalisyon hükümetinin başarısı her şeyden evvel, koalisyona katılan partilerin politik uyum, taşıdıkları ideolojik benzerlik ve program yakınlıklarıyla doğru orantılıdır.

Siyasi hedefi, müktesebatı ve ana fikri pek farklılık arz etmeyen partilerin bir araya gelerek koalisyona vücut vermeleri hem ülke menfaati hem de istikrar açısından elzemdir.

Açıktır ki, 7 Haziran’da AKP tek başına iktidar olma vasfını kaybetmiştir.

Ve Türkiye’nin önüne kaçınılmaz olarak koalisyon hükümeti kurulması zorunluluğu çıkmıştır.

Artık siyasette yeni bir durum vardır.

İktidarın tek bir partinin tekelinde olmayacağı aşikardır.

Bundan sonra ülkemizin koalisyon hükümetlerine alışması lazımdır.

Kaldı ki siyasi tarihimizde bu kapsamdaki tecrübeler yeteri düzeyde vardır ve ortadadır.

Bildiğiniz gibi, 7 Haziran Milletvekilliği Genel Seçimi’nin kesin olmayan sonuçları belli olduğu andan itibaren görüş ve düşüncelerimizi tüm berraklığıyla açıklamıştık.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin tecelli eden milli iradeyi nasıl yorumladığını gözler önüne sermiştik.

Muhtemel koalisyon hükümetinin uyum ve işbirliği temelinde bina edilmesi gerektiğini dikkate aldığımızda, ilk formül olarak AKP ile HDP’nin bir araya gelmesi akla en yatkın seçenektir.

AKP ile HDP’nin toplam 338 kişilik milletvekili sayısı belirledikleri siyasi amaçları için yeterli olacaktır.

Bu iki parti çözüm isimli ihanet sürecinde aynı kareye girmişlerdir.

Bu iki parti Oslo’dan İmralı’ya uzanan terörle müzakerelere birlikte omuz vermişlerdir.

Ve bu iki parti 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe Sarayı’nda, İmralı canisinin 10 maddelik ihanet metnini beraberce onaylamışlar, Türkiye’ye müştereken çelme takmaya azmetmişlerdir.

Çözüm isimli ihanet sürecinin amaç, kapsam ve uygulamasını aşama aşama görmek bizlerin ve aziz milletimizin en doğal hakkıdır.

Madem çözülme süreci her şeyin önündedir, madem Erdoğan çözüme başını koyacak kadar inanmıştır, o zaman AKP ile HDP’nin önüne geçen yoktur.

AKP ile HDP’ye sesleniyorum; eğer samimiyseniz, söz ve beyanatlarınızın arkasında duracak kadar yürekliyseniz, işte size fırsat, işte size imkan.

Haydi durmayın, beklemeyin; çözüm koalisyonunu kurun da görelim.

Süreç iktidarına ortak olun da milletimiz asıl ve gerçek niyetlerinizi görsün ve tanısın.

Merak ediyorum, bu 63’lükler niçin konuşmaz, neden devreye girmez?

1 Ağustos 2009’da tedavüle giren 12 kötü adam, Abant Toplantıları’nda boy gösteren kerameti kendinden menkul sözde yazar ve gazeteciler nerelerdedir?

Bunlardan niçin ses çıkmaz?

Çözüm şakşakçıları, çözüm baronları, çözümün kiralık kalem ve zihniyetleri konuşmak için daha neyi beklemektedir?

AKP ile HDP arasında çoktandır fiili koalisyon zaten vardır.

Bu iki partinin tek yumurta ikizi olduğu ayan beyan ortadadır.

O zaman beraberliklerini bir koalisyon protokolüyle tescillemeleri tutarlılık gereği makul ve yerinde olacaktır.

Şayet AKP ile HDP mutlu sona kavuşmak yerine ayak sürümeyi tercih ederlerse, Türkiye seçeneksiz değildir.

AKP-HDP olmazsa, toplamda yüzde 65,82 oy oranı ve 390 milletvekiliyle AKP-CHP koalisyonu kurulabilecektir.

CHP Genel Başkanı; “Rövanşist olmayacağız” diyerek hükümete açık kapı bırakmıştır.

AKP Genel Başkanı bu açıklamayı çok olumlu bulmuş, atılan pası almıştır.

Karşılıklı uzatılan zeytin dalları AKP ile CHP arasındaki buzları eritmeye başlamış, el altından yürütülen görüşmeleri hızlandırmıştır.

Seçim Beyannameleri ve programları birbirine benzeyen bu iki partinin koalisyonda buluşmaları Türkiye’nin de hayrına olacaktır.

Küresel sermaye AKP-CHP’ye göz kırpmaktadır.

İş âlemi AKP-CHP’ye koalisyon tembihinde bulunmuştur.

ABD ve AB ise bu ortaklığa dünden razıdır.

CHP Genel Başkanı, AKP dışındaki hükümet seçeneklerini kurnazca sıfırlayarak kendi önünü açmıştır.

Nitekim AKP-CHP koalisyonun kurulması da an meselesidir.

Hatırlarsanız, Sayın Kılıçdaroğlu şahsıma Başbakanlık teklifinde bile bulunmuş, yüzde 60’lık bloktan bahsederek bizi HDP’yle yan yana getirmeyi aklından geçirmiştir.

Merakımdan soruyorum, Sayın Kılıçdaroğlu Başbakanlık makamını şahsıma lütfetme yetkisini kimden ve nasıl almıştır?

Başbakanlık ganimeti bulmuştur da, göz tokluğu, mevki doygunluğu ve alicenaplık göstererek buna bizi mi layık görmektedir?

Milletin bize vermediği yetkiyi Sayın Kılıçdaroğlu nasıl sunabilmektedir?

Bu ne cürettir? Bu ne pişkinliktir?

CHP’nin Genel Başkanı tuzak kuracak başka bir parti bulamamıştır da gözünü bize mi dikmiştir?

Kılıçdaroğlu olası koalisyon seçeneklerini sinsice tahrip ederek AKP’nin karanlık limanına gözle kaş arasında yanaşmıştır.

Bu manevrasıyla sözüm ona bizi zorda bırakmayı, “her şeyi denedim, ama olmadı” uyduruk gerekçesini imal etmeyi hesaplamıştır.

Sayın Kılıçdaroğlu, bilesin ki, bu bayat numaraları hiç kimse yemeyecektir.

Altını çizerek tekrarlamak isterim ki;

Milliyetçi Hareket Partisi, PKK’nın siyasi acentesi olan HDP’yle hiçbir şart altında bir araya gelmez, gelemez.

Onbinlerce vatan evladının kanına giren teröristleri kutsamakla kalmayıp içinden çıkan, bölücülüğü pusula yapan, hepsinden önemlisi iradesi Kandil’e ipotekli bir siyasi parti görünümlü PKK aparatıyla MHP’nin işi olmaz, olmayacaktır.

Ne ibretliktir ki, HDP’yi yok saymamızdan rahatsız olanlar bizi eleştiri yağmuruna tutmaktadır.

Herkes meşrebine ve mayasına uygun konuşmaktadır.

Ekranlarda, gazete köşelerinde, uzatılan mikrofonlarda bize demokrasi dersi vermeye cüret edenler önce vicdan, aidiyet ve ahlak imtihanından geçmeyi denemelidir.

Bizim kimsenin aklına ihtiyacımız yoktur.

Hele hele kimlik ve köken krizi yaşayanların, insaf ve izan buhranı geçirenlerin bize parmak sallamaları hadlerine değildir.

HDP’ye oy verenlere saygı duymak demek, HDP’yi muhatap almak demek değildir.

Şimdi kalkıp bayrağa sarılı şehit naaşlarını, hıçkıra hıçkıra ağlayan şehit analarını, bir uzvunu kaybetmiş muhterem gazilerimizi unutalım mı?

Emzikli bebeklerin vücutlarında açılan kurşun deliklerini aklımızdan çıkaralım mı?

Köy ve karakol baskınlarını, yol kesmeleri, pusu kurmaları, mayınlı saldırıları olan olmuş bir kere diyerek hafızamızdan silelim mi?

Hadi biz unuttuk diyelim, hadi biz milli davadan vazgeçtik sayalım; söyler misiniz bana, 30 yılı aşkın süredir artarak devam eden zalimliği, işlenen cinayet ve söndürülen ocakların faillerini tarih ve millet affeder mi?

Erdoğan yaşanan ızdırap dolu seneleri hoş görebilir.

Davutoğlu geçmişe bir çırpıda sünger çekebilir.

14 ilkeyle avunan Kılıçdaroğlu da bir şey olmamış gibi davranabilir.

Hamd olsun hafızasını kaybetmemiş Milliyetçi Hareket ne hainleri unutur ne de kuzum, yiğidim, aslanım, civanım diyerek gök kubbeyi çınlatan feryat figanları görmez göze alır.

Bu nedenle biz HDP’ye bakınca flu görüyoruz, görmeye de devam edeceğiz.

AKP ile CHP net görüyorsa bizce mahsuru yoktur.

Bu durumda, HDP’yi de yanlarına alarak üçlü bir koalisyonu kurmalarında herhangi bir mani hal de olmayacaktır.

AKP-CHP-HDP arasındaki nazlı ve kaprisli itiş kakışlar koalisyon nikâhıyla muradına ermelidir.

Bu üç partinin toplamda yüzde 78,94 oy oranı ve 470 milletvekili sayısı geniş tabanlı bir hükümetin kurulmasını sağlayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi ise alayına yetecektir.

Hepsinin karşısında tek başına duracaktır.

Ana muhalefet görevini eksiksiz yerine getirerek, erken veya zamanında yapılacak bir seçimle tek başına iktidara gelecek ve Türkiye’yi kurtarma sözünü harfiyen yerine getirecektir.

Değerli Milletvekilleri,

TBMM Başkan seçimine katılan dört aday için Anayasa’nın 94’üncü maddesine göre düzenlenen seçimin birinci ve ikinci tur oylamaları dün yapılmıştır.

Buna göre hiçbir aday nitelikli çoğunluğa ulaşamamıştır.

Bu nedenle, bugün başkan seçiminin üçüncü ve gerekirse dördüncü turu gerçekleştirilecektir.

Seçime katılan başkan adaylarının üçüncü oylamasında üye tam sayısının salt çoğunluğunun aranacağı, eğer bu temin edilemezse, bu oylamada en çok oyu alan iki aday için dördüncü oylamanın yapılacağı, böylelikle en fazla oyu alan adayın Başkan seçileceği Anayasa kuralıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir çıkar ve karanlık odak tarafından yönlendirilemeyecek ve güdülemeyecek kadar ilkeli, iradeli ve kimlikli bir partidir.

Partimizi istismar etmeye, ayar vermeye, TBMM başkanlık seçiminde kullanmaya veya siyasi markaja almaya çalışan hiçbir bedbahta eyvallahımız yoktur.

Başkalarını bilemem, ama biz inanç ve ilkelerimiz neyi gerektiriyorsa onun yanında olacağız.

Bu itibarla Milliyetçi Hareket Partisi, tüm oylamalarda Meclis’de bulunarak değerli adayımız ve İstanbul Milletvekilimiz Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nu sonuna kadar destekleyecek ve demokratik tavrını gösterecektir.

Siz değerli milletvekili arkadaşlarımın da bu kararlılıkta hareket edeceğine yürekten inanıyor ve bunu bekliyorum.

Sayın İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı olması yönünde siyasi faaliyet gösteren CHP’nin, TBMM Başkanı seçiminde tutarlılık imtihanından geçeceği çok açıktır.

İnanıyorum ki, Gazi Meclis’in muhterem üyeleri, tecrübeye, birikime, milli akla, sağduyuya, uzlaşmaya oy verecek ve Sayın İhsanoğlu’nu TBMM’nin 26’ıncı Başkanı olarak görevlendirecektir.

TBMM Başkan seçimi önümüzdeki koalisyon arayışları hakkında da hepimize bir fikir verecektir.

Başkanlık seçimini müteakiben öncelikle çözülmesi gereken, yeni hükümetin kurulma işlemidir.

Az önce de belirttiğim gibi, koalisyon hükümetinin kimler arasında kurulması gerektiği bize göre berraktır.

Eğer ki, tüm alternatifler tüketilir ve siyasi istikrarsızlık baş gösterirse, Türkiye’yi Allah’ın izniyle namerde muhtaç etmeyiz, sorumluluktan kaçmayız.

Fakat bunun için üç haftadır dile getirdiğimiz ilkelerimizin kabulü ön şarttır. Ve bunlardan geri adım atmamız düşünülemeyecektir.

İlk olarak süreç ihaneti tamamen askıya alınmalıdır.

Çözülme süreci kapsamında bizim hükümet ortağı olmamız bir defa kendimizi inkardır.

İkinci olarak 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk karanlığının üzerine tavizsiz şekilde gidilmelidir.

Bu konuda hiç kimse ayrıcalıklı görülmemelidir.

Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturması tekrar açılmalı, ucu kime dayanırsa dayansın, hukuk kimi hedefine alırsa alsın tam bir arınma, tam bir mıntıka temizliği yapılmalıdır.

Mesele sadece dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesiyle sınırlı olmayacaktır.

Baksanıza, Cumhurbaşkanı’nın huzurunda, Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin 22’inci Olağan Genel Kurulu’nda, İranlı kaçakçıya mücevher sektöründe ihracat şampiyonu ödülü hayasızca verilmiştir.

Sızlansa da, tepkiler sonucunda pişmanlık gösterse de, bir kanun kaçağına Başbakan Yardımcısının Ekonomi Bakanıyla birlikte ödül sunması utanç ve rezalettir.

AKP, azılı bir altın kaçakçısını, bakanları rüşvet çemberine alan mimli bir suçluyu ödüllendirmiş, sonuçta Erdoğan’ın hayırsever işadamı taltif edilmiştir.

Sayın Kurtulmuş’un “Bilmiyordum” demesi özrün kabahatten büyüklüğünü hafifletmeye kesinlikle yetmemiştir.

Varsayalım ki, hükümet üyeleri kimlere ödül vereceklerini bilmiyor olsunlar.

O zaman bu zevat Türkiye’yi nasıl yönetmiş, dostu-düşmanı nasıl ayırt etmiştir?

Yakında Kur’an-ı Kerimle alay eden ahlaksız eski bakana Diyanet İşleri Başkanlığı ödül vermeye karar verirse, buna da göz yumulacak mıdır?

Her ne olursa olsun, 13 yılda yeşeren ve kökleşen tüm yasa dışı iş ve ilişkilerin üzerine gitmek lazımdır.

Yolsuzluk batağı kurutulmadan, adalete giydirilen deli gömleği çıkarılmadan kurulacak her hükümet ahlaken sorunlu ve yaralı olacaktır.

Milliyetçi Hareket’in buna çanak tutması, meydanlarda verdiği sözlerin, 46 yıllık milli ve manevi ilkelerin hilafına hareket etmesi ham bir hayaldir.

Hiç kimse bizden hırsızları aklama tezgâhına düşmemizi beklememelidir.

Cürüm işleyenler, buna ortak olanlar, suçluları koruyanlar doğruca mahkemeye çıkarılmadan oturacağımız her koltuk bize haram olacaktır.

Üçüncü olarak, Cumhurbaşkanı Erdoğan kesinlikle Anayasal sınırlarına çekilmelidir.

7 Haziran öncesinde, kaçak ve korsan mitinglerle milli iradeyi körelten, şimdi de iftar sofralarını siyasete ve yalana bulayan Erdoğan artık Anayasa’ya eksiksiz uymalıdır.

Ve 1071 rakımlı tepeye yavaş yavaş dönüşün yollarını aramalıdır.

Bir defa önümüzdeki koalisyon görüşmelerinde muhatap siyasi partilerdir.

Buna rağmen, haddi ve harcı değilken, Erdoğan’ın muhalefetle söz düellosuna girmesi, pervasızca konuşması tam bir siyasi nezaket ve edep noksanlığıdır.

Siyasette rol kapmak için uğraşması, bizatihi AKP’ye ve Genel Başkanı’na hakarettir.

Erdoğan’ın mizaç ve zihni ıslahı olmadan, Beştepe sürekli Türkiye’ye fren yaptıracaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu üç başlık altında bir mutabakat arayışını görür ve muhataplarında samimiyet bulursa elbette ki koalisyonu konuşmaktan kaçınmayacaktır.

İlkelerde uzlaşmadan, karşılıklı güven iklimi oluşmadan koalisyona koltuk ve ikbal hesabıyla tamam demek Milliyetçi Hareket’in kitabında yazmayan ilkelliktir.

Hiçbir şart altında hükümet kurulamazsa, şüphe yok ki, milli irade tek adrestir.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin tercih ve kararına gönülden bağlı ve hürmetkârdır.

Biz TBMM’de ettiğimiz yemine bedeli ne olursa olsun bağlı ve sadık kalacağız.

Bu yemin bizim için sembolik nitelikten ibaret değildir.

İkbalin kolaycılığıyla istikbal aydınlığını asla karartmayacak, çıkar çetelesi tutarak Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in kutlu hatıra ve haysiyetini hiçbir menfaatpereste çiğnetmeyeceğiz.

Muhterem Arkadaşlarım,

İç siyasi gelişmelere paralel olarak dış politikanın da enkaz yığınına döndüğünü itiraf ve kabul etmekten başka şansımız kalmamıştır.

Yunanistan iflasın sınırındadır.

Suriye ateş topuna dönmüştür.

Irak felaketin ortasına sürüklenmiştir.

Balkanlar diken üstünde, Kafkaslar barut fıçısıdır.

Türkmeneli’nde, Suriye’de, Doğu Türkistan’da soydaşlarımızın kanı dökülmekte, yaşama hakları ellerinden alınmaktadır.

AKP hükümeti ise sonuçsuz güvenlik toplantılarıyla vakit geçirmesinin yanı sıra atıl ve acizdir.

Çevremizde facia boyutunda insanlık suçu işlenmektedir.

Bir yanda PYD terörü, diğer yanda IŞİD caniliği Türkiye’nin güvenliğini risk ve tehlikeye atmaktadır.

Sınırlarımızın hemen dibinde vahşi ve kanlı bir çekişme yaşanmaktadır. Milli bekamız için alarm zilleri çalmaktadır.

Kürdistan’ın kurulması konusunda yoğun bir rekabet ve mücadele sahnelenmektedir.

PKK-PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki Tel Abyad’ı ele geçirmesiyle Akdeniz’e uzanan bir koridor açma girişimi Türkiye’ye çok açık bir düşmanlık olarak değerlendirilmelidir.

2014 yılı Ocak ayında ilan edilen sözde 3 PYD özerk kantonundan doğudaki Cezire ve Kobani, Tel Abyad’ın PYD tarafından alınmasıyla birleşmiştir.

Şimdi de en batıda, Hatay ve Kilis sınırlarına yakın Afrin özerk kantonunun bunlarla eklemlenmesi söz konusudur.

Tehlike had safhadadır.

IŞİD ile PYD arasında bize göre bir fark yoktur.

İkisi de terör örgütü, ikisi de cinayet şebekesidir.

Komşu coğrafyalarda etnik ve mezhep kutuplaşması gittikçe derinleşmektedir. Bu durum felaket habercisidir.

PYD-PKK terörü etnik temizlik yapacak kadar gözü dönmüştür.

Türkmen kardeşlerimiz yuvalarından ve yurtlarından çıkarılmaktadır.

Suriyeli sığınmacıların sayısı her geçen gün çoğalmakta, ülkemizin hazmetme kapasitesini zorlamaktadır.

Türkiye her bakımdan kuşatma altındadır.

Ve bugünkü yangının yegane müsebbibi Erdoğan’ın hayalperestliği, AKP’nin çökmüş dış politikasıdır.

Esad veya IŞİD tehdidi sonlansa bile tehdit azalmayacaktır.

IŞİD’in çekildiği alanların demografik yapısıyla oynayan hainler Türkiye’nin sabrını zorlamaktadır.

Suriye’de PYD eliyle devreye alınan Kürt koridoru planı Türkiye’nin toprak bütünlüğüne ve milli varlığına açık bir saldırı olarak ele alınmalıdır.

Yanıbaşımızda terör devleti kurma çalışmaları ülkemize meydan okumaktır.

İster mevcut hükümet, isterse de kurulacak yeni hükümet olsun, Türkiye’nin milli çıkar ve emniyetini tehdit eden gelişmelere sessiz ve seyirci kalamayacaktır.

Aksi bir tavır vatana ihanetle eşdeğer olacaktır.

Gündemde TSK’nın sınır ötesinde bir güvenlik kuşağı oluşturmasıyla ilgili görüş ve arayışlar vardır.

IŞİD stratejik özelliği bulunan Mare Hattı’nı hedef almıştır.

Türkiye-Suriye hattındaki sınır kapılarının sadece birisi Esad’ın kontrolündeyken, diğerleri muhaliflerin, PYD ve IŞİD’in elindedir.

PYD tek başına 6 sınır kapısına hâkimdir.

AKP iktidarı bu sınır kapılarından Fırat’ın batısındaki Öncüpınar ve Cilvegözü’nün de IŞİD’in eline geçeceğine dikkat çekerek, bunun gerçekleşmemesi TSK’dan her türlü tedbiri almasını istemiştir.

Buna karşılık TSK’nın yeni hükümetin kurulmasını bekleme eğiliminde olduğu ya da yazılı emir beklediği haberleri medyada yer bulmuştur.

Bir diğer yaklaşım da, IŞİD mevzilerinin vatan topraklarımızda konuşlanmış uzun menzilli fırtına toplarıyla veya havadan vurulmasıdır.

AKP zihniyeti hala Suriyeli muhaliflere destek vermenin derdindedir.

Oysaki Türkiye’nin bekası, Suriye’nin toprak bütünlüğü tüm gruplar tarafından rencide edilmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi bugünleri çok önceden görmüş, hükümeti defalarca uyarmış ve ne kadar haklı olduğu da böylece ortaya çıkmıştır:

26 Temmuz 2012 tarihinde düzenlediğimiz Basın Toplantımızda;

“Sınırlarımıza yakın alanlarda bölücü terör yuvalanmasının devletleşmesine müsaade etmeyecek ataklık ve proaktiflik gösterilmelidir.” dedik.

Erdoğan bu görüşe üç yıllık bir gecikmeyle ve inandırıcılığı tartışmalı bir şekilde ancak gelebilmiştir.

İlaveten “Suriye’nin kuzeyinde hiçbir şart altında özerk, federasyon ve bağımsız bir Kürdistan kurulmasına fırsat verilmemeli, caydırıcılık ve milli güç unsurları seferber edilmelidir.” ikazında bulunduk.

6 Ağustos 2012 tarihinde düzenlediğimiz Basın Toplantımızda;

“Ülkemize yönelen tehditleri en aza indirmek amacıyla; batı ucu Afrin’i ve doğu ucu da Kandil’i içine alacak biçimde tesis edilecek hilal şeklindeki güvenlik kuşağı bir an önce sağlanmalı ve icra edilmelidir.” önerisini getirdik.

Devamla, “Küresel çevrelerden icazet ve izinle vakit kaybetmeksizin; millet ve devlet bekasına yönelen melun ve alçak kumpası tesirsiz hale getirmek için milli bir seferberlik içinde tavır ve inisiyatif alınmalıdır.” kararlığını dile getirdik.

9 Ekim 2012 tarihli TBMM Grup toplantımızda;

“Suriye kaynaklı tehdit dalgası artık çok boyutlu, çok yönlü risk ve kaygıları içinde barındırmaktadır. Mülteci akını kontrol altına alınmalı ve Suriye’nin kuzeyinde yeni bir peşmerge yönetimi veya Kandil yapılanmasına asla müsaade edilmemelidir.” tavsiyesinde bulunduk.

16 Ekim 2012 tarihli TBMM Grup toplantımızda; sınırlarımızın emniyete alınması için hükümeti derhal harekete geçmeye davet ettik.

26 Kasım 2013 tarihli TBMM Grup Toplantımızda; Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü korunması gerektiğini çok net ifadelerle vurguladık.

3 Aralık 2013 tarihli TBMM Grup Toplantımızda;

PKK-PYD ortaklığının Suriye coğrafyasında; merkezde Kobani, batıda Afrin, doğuda ise Kamışlı’dan oluşacak özerk bir yönetim için düğmeye bastığını önemle gündeme getirdik.

9 Ekim 2014 tarihli Yazılı Basın Açıklamamızda;

Türk milletiyle gönül bağını koparıp Türk vatanıyla milli ve manevi köprüleri havaya uçuranların Suriye’nin kuzeyinde mayalandırılan batı Kürdistan’a hevesle harç taşıdığını söyledik.

Yıllar öncesinden bugünleri gördük, gelişmeleri okuduk, tehlikeler karşısında hükümete arka arkaya çağrıda bulunduk.

Tarih bizi bir kez daha haklı çıkardı ve dün söylediklerimize AKP ve devlet ricali bugün zorla geldi.

Emin olunuz konuşulacak daha çok konu vardır.

Fakat şimdilik şunu söylemek isterim ki, Türkiye’nin güvenliği partiler üstü bir konu olup günlük siyasetin önündedir.

Ve etrafımızda yaşanacak bir oldubitti karşısında ülkemiz çok zarar görecektir.

2014 yılı Ekim ayında TBMM’de kabul edilen tezkere kararı hükümetin elini kolaylaştırmaktadır.

Bu itibarla Türkiye tüm milli güç unsurlarıyla harekete geçmeli, hiçbir devletten izin beklememeli, uluslararası hukuktan doğan meşru haklarıyla vatanını ve milletini savunmalıdır.

Güney hudutlarımızın öbür yakasında sınır ve derinliği net olarak belirlenecek bir alan üzerinde güvenlik kuşağı gecikmeksizin tesis edilmelidir.

Bunun için vakit kaybetmeye lüzum yoktur.

Bu bir savaş çağrısı değil, nefsi müdafaa ve milli güvenliğimizi sağlama alma, Türkiye’nin caydırıcılığını gösterme iradesidir.

Türk milleti IŞİD’e, PYD’ye, PKK’ya veya benzer terör örgütlerine boyun eğecek kadar aciz ve korkak değildir.

Bu toprakları şehit kanıyla, nice fedakarlıklarla vatanlaştırdık.

Hiçbir kanlı ve kiralık terör örgütünün, hiçbir küresel zorbalığın insafına terk edemeyiz, bilinsin ki asla da etmeyeceğiz.

Bu düşüncelerle grup toplantımıza katılan siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinize hayırlı Ramazanlar diliyorum.

Sağ olun, var olun, hepiniz Allah’a emanet olun.

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR