Üst Header Banner Reklam
Gün, Omuz Omuza Verme Günüdür
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer toplumların ortak kader bilinci yok edilmiş ve zayıflatılmışsa, herkes kendi kaderini komşusunun kaderinden farklı düşünmeye başlamışsa, orada huzur, düzen kalmaz" dedi.
2.08.2015 20:52:49
Bu haber 2316 kez okundu
Gün, Omuz Omuza Verme Günüdür

 Gün, omuz omuza verme günüdür

 

 BAŞBAKAN DAVUTOĞLU-VİDEO

Başbakan Davutoğlu, Çankaya Köşkü'nde düzenlenen kahvaltıda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge illerinden bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldi.

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer toplumların ortak kader bilinci yok edilmiş ve zayıflatılmışsa, herkes kendi kaderini komşusunun kaderinden farklı düşünmeye başlamışsa, orada huzur, düzen kalmaz" dedi.

Demokrasi içinde farklı düşüncelerin olabileceğini belirten Davutoğlu, "Farklı akıllar olacak, hep beraber konuşacağız. Peki, demokrasilerde farklı akılların konuşulacağı yer neresidir? TBMM'dir. TBMM'ye büyük zafer psikolojisi içinde 80 milletvekili gönderdikten sonra, bu 80 milletvekilinin dönüp Kandil'e doğru, 'Artık ortak aklın üretileceği yerdeyiz, silahı indirin, tehditlerinize son verin' deme kararlılığını gösterebildiler mi" diye sordu.

Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Şimdi bizi, onların tabiriyle ateşkesi, çatışmasızlığı sona erdirmekle suçluyorlar bugün. Bakın, sıralamayı veriyorum. 7 Haziran seçimlerinden 3 veya 4 gün sonra açıklama yapıldı, 'Çatışmasızlık konusunda sadece biz karar veririz, kimse karar veremez silahların bırakılması konusunda.' Tarih, 9 Temmuz. Sayın Cumhurbaşkanımız bana hükümeti kurma görevini verdi. 11 Temmuz'de KCK açıklama yaptı. Onların tabirini kullanarak söylüyorum, 'ateşkes dönemi bitmiştir' diye. Daha ortada Suruç yok, daha ortada herhangi bir operasyon beklentisi ya da bunu gerektirecek şartlar yok. 15 Temmuz, ben Demirtaş ile görüşürken aynı saatlerde, bakınız dikkat çekici, aynı saatlerde KCK, 'sözde halk savaşını başlatma' talimatı verdi.

Ben görüşürken daha siyasi görüşme yapılırken, 19 Temmuz, Suruç'tan bir gün önce KCK, Cemil Bayık açıklama yaptı ve 'silahlanın ve halk savaşına hazır olun' diye. Kime karşı, kiminle savaşıyorsunuz? Kim adına, hangi savaşı başlatıyorsunuz?

Mezopotamya çocuklarının, Anadolu çocuklarıyla, Rumeli çocuklarıyla, Kafkas çocuklarıyla birbirine girmesi için size kim talimat verdi? Türkiye'yi Suriye ya da Irak'a benzetme yönünde nereden talimat aldınız?"

"Bizim kültürümüzde, siyaset felsefemizde kaderleri ayrıştırmak yok ve olmayacak"

Davutoğlu, şimdi herkesin ortak akıl üretmek anlamında son 13 yıl içinde alınan mesafeye bakmasını istedi.

Demokratikleşme yolunda atılan adımların tekrar tekrar değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapan Davutoğlu, "Nihayet, ortak kader. Bütün bunlar geçmişte ortak olabilir. Vicdan, akıl ve kültürel maya. Eğer toplumların ortak kader bilinci yok edilmiş ve zayıflatılmışsa, herkes kendi kaderini komşusunun kaderinden farklı düşünmeye başlamışsa, orada huzur, düzen kalmaz" diye konuştu.

Burada da iki yaklaşımın bulunduğunu anlatanDavutoğlu, bunlardan birincisinin "kaderleri ayrıştıranlar", ikincisinin ise "kaderleri birleştirenler" olduğunu söyledi.

Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Biz, Türkiye'de kaderlerin birleştirilmesi çabasının mücadelesini veriyoruz. 'Tek kaderimiz var' diyoruz. 78 milyonun huzuru da ya hep beraber olacak, Allah muhafaza kaosu da hep beraber yaşama riskimiz var. Birilerinin mutlu, birilerinin mutsuz olduğu bir ülke, bir arada kalma gücü, direnci, bilinci gösteremez. Ortak kader bilincidir aidiyet bilincini güçlendiren. Ortak kültür mayasıdır, aidiyet bilincini kuran, sürdürense ortak kader bilincidir.

Ortadoğu'daki gelişmelere bakınız. Birileri Ortadoğu halklarının kaderini ayrıştırmaya çalışıyor. Sadece 'Kürtler buraya gelsin' diyenler var. 'Sadece Türkler, sadece Araplar, sadece Farslar biraraya gelsin' diyenler var. Biz, bütün bu coğrafyada 5 asır birlikte yaşama kültürünün öncüsü olmuş bir toplumun, geleneğin devamıyız. Bizim, kültürümüzde, bizim anlayışımızda, siyaset felsefemizde, kaderleri ayrıştırmak yok ve olmayacak. Birilerinin Türkiye'de Bayırbucak Türkmenlerine yapılan saldırılar, zulümler karşısında yüreği titremiyorsa Türk de değildir Kürt de değildir, bu ülkenin vatandaşı da olmak bakımından da ortak kadere sahip değildir. Herhangi birisi, Telabyad'daki Arap'ın gördüğü zulme, ortak bir kader bilinci ile yaklaşmıyorsa Türk de değildir, Kürt de değildir, Arap da değildir. Herhangi birisi Kobani'deki Kürt'ün acısına ortak bir şekilde yaklaşmıyorsa, 'Onun kaderi benim kaderimdir' diyemiyorsa, Türk de değildir, Kürt de değildir, Arap da değildir."

Davutoğlu, tüm bunların ancak ortak kader bilinci ile aşılabileceğinin altını çizerek, "Türkiye, Ürdün, Suriye ve Lübnan arasındaki dörtlü ortak sınır, ortak ticaret havzasını oluşturma çabası içine girdiğimizde 2010'da, bunun için girdik" dedi.

"Birileri, ülkeleri, şehirleri, mahalleleri, yürekleri ve kaderleri böldüler"

Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti:

"Müslüman'ı Hristiyan'ı ile Sünni'si, Şii'si, Alevi'si, Türk'ü, Kürt'ü ve Arap'ı ile öyle bir Orta Doğu kuralım ki, herkes sınırlardan geçişken bir şekilde gidip gelsin. Avrupa'dakine benzer bir şekilde sınırlara herkes saygı duysun ama sınırlar aradan bir duvar olmaktan çıksınlar. Ama, maalesef bizim bu ortak kader bilinci yönünde attığımız adımları gören birileri, bunun yok edilmesi için bırakın bölge bazında bir bütünleşmeyi, ülkeleri böldüler, parçaladılar, şehirleri böldüler, parçaladılar, mahalleleri böldüler ve parçaladılar. En önemlisi de yürekleri, gönülleri ve kaderleri böldüler.

Humus'ta 'Şu mahalle Alevi, şu mahalle Sünni' diye anıldı. Bağdat'da 'Şu şehir Sünni, şu şehir Kürt, şu şehir Arap' diye ayrıldı. Şimdi bu ayrışmayı, Türkiye içine getirmek isteyenler var. Ama aradaki fark şu. Herkes bunu bilmeli ve idrak etmeli. Suriye'de Kürtler'in yaşadıkları bölge bellidir, Şam'da ya da Dara'da özellikle Şam'da bir iki mahallede ama Dara'da yoktur. Aynı şekilde Türkmenler... Irak'da da böyle. Kuzeyde yaşayan Kürt oranı diğer bölgelerde minimuma, bazı yerlerde sıfıra iner. Neden? Çünkü, onlar ulus devlet olarak doğdular, sürdürdüler ve ayrıştılar bu ulus devlet uygulamadan da. Biz de ise Türkiye'de her şehir hem Türk'tür hem Kürt'tür hem Alevi'din hem Arap'tır, hem Rumeli'dir hem Kafkas'tır."

Davutoğlu, İstanbul'da herhangi bir apartmana gidildiğinde bir katı Rumeli göçmeni bir Boşnak, bir katında bir Azeri Kafkas göçmeni bir Çeçen Çerkez, yanı başında bir Kürt, öbür tarafta bir yörük bulunduğunu anlatarak, "Bir apartmanı parçalayabilir misiniz? Ülkeyi böldüğünüz gibi bir apartmanı daire daire bölmeyi düşünebilir misiniz" dedi.

İmparatorluk tabirini çok sevmediğini belirtenDavutoğlu, "Türkiye, bir büyük kadim düzenin devamı olan bir ülkedir. Her bir vatandaşın, her bir köşede hakkı vardır. Edirneli'nin Edirne'de olduğu gibi Hakkari'de hakkı vardır, Hakkarili'nin Hakkari'de olduğu kadar Edirne'de hakkı vardır" diye konuştu.

Davutoğlu, bir Edirneli gencin Hakkari'de askerlik yaparken ne hissederse, Hakkarili'nin de Edirne'de askerlik yaparken aynı şeyi hissedeceğini ve bunun da kader bilinci olmaktan geldiği değerlendirmesinde bulundu.

"12 Eylül, kader bilincini yok etti"

"12 Eylül'ün bu kader bilincini yok ettiğini" belirtenDavutoğlu, konuşmasında şu ifadelere yer verdi:

"12 Eylül, bu kader bilincini yok etmek için tek tipleştirmeye gitti. PKK ideolojisi de dışarıdan aldıkları bu talimatlarla bu kader bilincini yok edip, Orta Doğu'nun parçalanmasına, Balkanlar'ın parçalanmasına benzer bir şekilde Anadolu'nun, Rumeli'nin parçalanması için çabalar gösterdi. Sonra da demokrasiden, barıştan bahsediyorlar.

Biz, şimdi bu ortak kader bilincini tekrar inşa etmek durumundayız. Geriye dönüp baktığımızda, 13 yıl içinde Sayın Cumhurbaşkanımızın Başbakanlık görevini almasından itibaren 3 Kasım seçimlerinden itibaren, 2005'te Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak Diyarbakır'da yaptığı konuşmayla yeni bir dönemin başlamasından bugüne kadar çok ilkeli, tutarlı bir stratejiyi takip ettik.

Ortak kültürel mayayı, ortak aklı, ortak vicdanı, ortak kader bilincini hayata geçirmek, harekete geçirmek için demokrasinin yaygınlaşması, derinleşmesi gerektiğine inandığımız için büyük demokratik hamleler yaptık. O dönemden bu döneme farklı isimler verdik. Demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik, Çözüm Süreci. Ama hep iki şeyi hedef edindik. Bir, demokrasimiz derinleşsin, kökleşsin, insan hak ve özgürlükleri en geniş anlamda uygulansın. Buna özgürlük alanı diyelim. İkincisi, Türkiye'de silahların, şiddetin, terörün sonu gelsin. Buna da güvenlik alanı ya da kamu düzeni alanı diyelim."

Başbakan AhmetDavutoğlu, "Türkiye'de kardeşliği istemeyenler, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler, provokatif eylemlerle Gezi olayında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde Çözüm Süreci'ne en büyük darbe vurulmuş oldu" dedi.

Çankaya Köşkü'nde düzenlenen kahvaltılı toplantıda Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge illerinden bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya gelen Davutoğlu, burada yaptığı konuşmada, Irak savaşından da istifade eden terör örgütü PKK'nın 2005 yılında harekete geçtiğini, aynı günlerde Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde Diyarbakır'da yaptığı konuşmada, şiddetin karşısına demokrasiyi deva olarak teklif ettiğini belirtti.

Başbakan Davutoğlu, 2003 yılından itibaren olağanüstü halin, DGM'lerin, Emasya'nın, yayla ve mezralara yasakların kaldırıldığını, Köye Dönüş Rehabilitasyon Projesi'nin ve İç Göç Eylem Planı'nın uygulanmaya başladığını, çocuklara istenilen adların koyulması, yer ve mekan adlarının geri verilmesi ile Kürtçe, Zazaca, Çerkezce'yi seçmeli dil olarak öğrenme hakkının sağlandığını, anadil ve lehçelerde özel kurslar, okullar açma hakkının getirildiğini, Kürdoloji enstitülerinin kurulduğunu, harfler üzerindeki yasakların kaldırıldığını, her dilden siyasi propaganda yapma imkanının yanı sıra hapishanelerde istenilen dilde konuşma olanağının sağlandığını hatırlattı.

Bu hakların, "Devlet ne büyük lütuflar verdi size" demek için değil, en doğal haklar olması dolayısıyla verildiğini ifade eden Davutoğlu, "Bir Türk'ün Türkçe konuşması, bir Kürt'ün Kürtçe, bir Arap'ın Arapça konuşması da aynı derecede doğaldır ve saygındır. Rabbimiz bizi farklı dillerde taarruf olsun diye yarattı, birbirimizi tanıyalım diye, o diller üzerinden düşmanlık üretilsin diye değil" ifadesini kullandı.

Hangi mesajın verildiğinin hangi dilin konuşulduğundan daha önemli olduğuna işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Yunus Emre'nin güzel Türkçesi, Feqiye Teyran'ın, Ahmadi Hani'nin güzel Kürtçesi de ezanı Muhammedinin güzel Arapçası da hep aynı mesajı verir bize dedik ama onlar ayrıştırmaya kalktılar. Bütün bunları bir demokratikleşme, özgürlük alanının genişlemesi için yaptık. Şimdi biz bunları yaparken önce Irak'taki gelişmeler bahane edilerek, 2005'te bir terör dalgası başlatıldı. 2007 Dağlıca, Çukurca saldırılarıyla bu tırmandı. Biz buna karşı 2009'da bu sefer Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ni ilan ettik. Çok büyük baskılar, büyük eleştirilere karşı kararlılıkla bunu sürdürdük. Ama uluslararası çevreler, içerideki unsurlar bir baktınız tam da dağdan inip herkesin şehirlerde siyaset yapacağı ve Habur üzerinden bunların gerçekleşeceği atmosfer ortaya çıkmışken sabote ettiler. Onu da sabote eden aynı terör unsurlarıydı. Tahriklerle sabote ettiler, tekrar bir şiddet dalgasını gündeme getirdiler.

Bu sefer de Suriye'deki gelişmelerden güç aldıklarını zannederek Türkiye'ye benzer bir ayrıştırmayı getirmek için 2011'den itibaren bir şiddet dalgası başladı. Yine soğukkanlılıkla, sükunetle, suhuletle bu sefer 2012 Aralık'ından itibaren Çözüm Süreci başlatıldı. Bakınız, hani şimdi yeni yeni şartlar öngörenler, yeni yeni birtakım konuları gündeme getirenler bu milletin hafızasıyla alay ediyorlar. 2013 Mart'ında Nevruz'da verilen mesaj açıktı. 'Silahla mücadele dönemi bitmiştir, demokratik mücadele dönemi başlamıştır ve bütün silahlı unsurlar Türkiye'den çekilecekler'. Tarih 21 Mart 2013. Şimdi, Ağustos 2015'teyiz. Silahlı unsurlar Türkiye'den çekildi mi, silahlar bırakıldı mı? Şimdi tekrar tekrar şart koşuyorlar silahları bırakmak için. 8 Mayıs'ta açıklama yapıldı, 'ilk unsurlar çekiliyor', 26 Haziran'da geri adım atıldı. Çünkü arada Gezi olayları yaşandı. Türkiye'de kardeşliği istemeyenler, milli birliği, beraberliği, ortak kader bilincinin gelişmesini istemeyenler, provokatif eylemlerle Gezi olayında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde Çözüm Süreci'ne en büyük darbe vurulmuş oldu. Aynen 1993'te rahmetli Özal'ın çabalarına son verilmesi gibi. Rahmetli Özal da benzer bir çabaya girdiğinde Uğur Mumcu suikasti, Eşref Bitlis suikasti, 33 erin şehadeti, arkasından Özal'ın vefatı. Sonra Madımak, Başbağlar katliamı. Bir baktınız ülke barış atmosferinden çatışma atmosferine dönüştürüldü."

"17-25 Aralık olaylarıyla süreci durdurmaya çalıştılar"

Davutoğlu, benzer durumun 2013'te de yaşandığına dikkati çekerek, yine sükunetle, suhuletle, verilen hiçbir söz tutulmamasına rağmen kendi programlarını, kendi felsefelerine dayalı siyasi eylem planlarını uygulamaya devam ettiklerini, yollarından hiç şaşmadıklarını söyledi.

Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakan olarak görev yaptığı 30 Eylül 2013'te çok geniş kapsamlı yeni bir demokratikleşme paketini ilan ettiğini belirtenDavutoğlu, "26 Kasım'da Diyarbakır'da, Sayın Barzani'nin ziyareti esnasında yeni bir atmosfer yaşandı. Ama arkasından 17-25 Aralık olaylarıyla yine Türkiye'de bir siyasi belirsizlik atmosferi içinde bütün bu sürecin durdurulmasına çalışanlar söz konusu oldu" diye konuştu.

Davutoğlu, yılmadıklarını, araştırma komisyonu istenildiğini, TBMM'de kurduklarını, yasa denildiğini hep beraber Meclis'te Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşme Yasası'nı 2014 Temmuz başında çıkardıklarını dile getirdi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın AK Parti'de devir teslim yapıldığı gün sarf ettiği, "Çözüm Süreci bizim en büyük projemizdir'' cümlesini anımsatan Davutoğlu, "Ben de cevaben 'Çözüm Süreci bağlamında sürdürdüğünüz milli birlik, kardeşlik, özgürleşme, demokratikleşme projesi sizin ve tarihin bize emanetidir, en kararlı şekilde sürdürülecektir' dedim. Daha güvenoyu almamış hükümet iken hükümeti kurar kurmaz ilk Çözüm Süreci toplantısını yaptık. Yasanın gerektirdiği Çözüm Süreci kurulunu da 30 Eylül'de Başbakanlık genelgesi olarak devreye soktuk" ifadesini kullandı.

"Bir anda tekrar çatışmasızlığı hatırladılar"

Başbakan Davutoğlu, her hamleden sonra bir provokasyonla karşılaştıkları için konuşmasında süreci hatırlattığını dile getirerek, şöyle devam etti:

"1 Ekim'de bu çerçevede Demirtaş'ı Başbakanlık'ta, HDP Eş Genel Başkanlarını kabul ettiğimden 3 gün sonra, yine bir Kurban Bayramı'na girdik gayet olumlu bir atmosferle. 6-7-8 Ekim'de Kurban Bayramı'nın son günlerinde başlamak üzere bütün vilayetlerimizi kaos, belirsizlik ve şiddete götürecek bir eylemin çağrısını da Demirtaş yaptı. Kalkışma çağrısı yaptı. Hangi demokratik ülkede, bir siyasi lider, cumhurbaşkanlığına aday olmuş bir lider, 'Silahlanın ve sokaklara çıkın' diye bir çağrıda bulunabilir? Bir örneği gösterilebilir mi? '6-7 Ekim olayları, 90'lı yılların görüntülerini ortaya koydu' diye tenkit... Evet ama tersinden koydu. Faili meçhulleri, bu terör unsurlarının şehir milisleriyle yaptığı Yasin Börü'nün katilleri başta olmak üzere talanı, baskıyı, her türlü eylemi gördük. Buna karşı kamu düzenini ihdas etmek üzere harekete geçtik ama hiçbir şekilde Çözüm Süreci'nden de vazgeçmedik. Özgürlüklerin korunması ve iç güvenlik paketi gündeme geldiğinde bütün partiler bize karşı birleşti ama biz yaklaşmakta olan tehlikeyi ve kamu düzeni ortadan kalktığında özgürlüklerin korunamayacağı gerçeğini gördüğümüz için harekete geçtik.

Şimdi 7 Haziran'dan sonra yeni bir dönem başlatma imkanı varken, temsil kabiliyeti çok yüksek bir Meclis'te Çözüm Süreci'ni de her konuyu da tartışma imkanı varken tam bir küstahlıkla, tam bir aymazlıkla öyle mesajlar verildi ki Türkiye şöyle bir kanaat doğdu, iki alternatif için de hazırlık vardı sanki. Eğer barajın altında kalınsaydı 'Haksızlık yapıldı' diye bir başka şiddet sarmalına gidilecekti. Baraj aşılınca bu sefer aşırı kibir, Mesut Barzani'nin basına yansıyan ifadesiyle söylüyorum, aşırı kibirle ve Ortadoğu'daki kargaşadan aldıkları cesaretle bu sefer de bir başka şiddet sarmalı çağrısında bulundular. Öyle ikili oyun ki Ankara'da demokrasi, Diyarbakır'da, Batman'da, Hakkari'de şiddet ve terör. Öyle bir ikili oyun ki İstanbul'da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek ama Doğu ve Güneydoğu'da kendisinden farklı düşünen herkesin demografik bir yapı değişimine de yol açacak şekilde şehirlerden sürülmesi için baskıda bulunmak. Öyle bir ikili oyun ki bir taraftan özgürlüklerden bahsetmek, diğer taraftan her tür illegal yapılaşmayla şehirlerimizi baskı altında tutan uygulamalara yönelmek. Şimdi herkesin son 15 gün içinde yaşananları tekrar tekrar değerlendirmesi gerekiyor. Bir anda barışı hatırladılar, bir anda tekrar çatışmasızlığı hatırladılar. Çatışmasızlığı niye polislerimiz, askerlerimiz şehit olduklarında hatırlamadılar?"

Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer biz, 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı, 'millet de devlet de burada' diyerek, aynı anda hem DEAŞ'a hem PKK'ya hem DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede bulunmamış olsaydık, bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği halinde, perde gerisindeki şahları, vezirleriyle oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde, bütün şehirlerimizde bir kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük" dedi.

Son günlerde Türkiye'deki terör örgütlerinin faaliyetlerini hatırlatan Davutoğlu, oyunun çok açık olduğunu, üç terör örgütünün, üç maşanın, Türkiye'nin özgürlüklerini, demokrasini, kamu düzenini ve ortak kaderini hedef aldığına dikkati çekerek, üç terör örgütünün de neredeyse bir savaş deklarasyonu gibi üç mesajı 20-21-22 Temmuz günlerinde verdiğini vurguladı.

Kimsenin, bu üç terör örgütüne karşı özgürlüklerin ve demokrasinin korunması için harekete geçtikleri günü milat görmemesi gerektiğini dile getiren Davutoğlu, 9 Temmuz'da, "Ateşkes Bitti Çağrısı", 11 Temmuz'da "Silahlı Halk Devrimi Çağrısı", 19 Temmuz'da "Silahlanma Çağrısı" ve 20 Temmuz'da da Suruç'taki katliama ilişkin çağrı yapıldığına işaret etti.

Suruç katliamını tekrar lanetleyen Davutoğlu, "DEAŞ denilen örgütü, bütün çevre ülkelere olduğu gibi Türkiye'ye tehdittir, DEAŞ denilen örgüt, Hristiyanlardan daha çok Müslümanlara tehdittir, DEAŞ denilen terör örgütü, insanlığa tehdittir. Bunu yüzlerce, binlerce kez tekrar ettik ama hala bizi DEAŞ'la aynı yerde anmaya çalışıp, uluslararası bir komplonun içine girenler var" şeklinde konuştu.

DAEŞ terör örgütünü lanetleyen Davutoğlu, herhangi bir DAEŞ liderinin Türkiye'den destek aldığına dair bir tek belge gösterilemeyeceğini, çünkü böyle bir şeyin söz konusu olmadığını kaydetti.

DAEŞ'in düğmeye bastığı gün, Adıyaman'da PKK'nın da, 'Ben de buradayım' diye mesaj vererek, bir askerin şehit edildiğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ertesi gün, 21 Temmuz'da Suruç'tan gelen bir vatandaşımızın cenazesi bahane edilerek, DHKP-C, 'Ben de buradayım' dedi, İstanbul sokaklarında, elinde Kalaşnikof silahlarla, yüzleri örtülü bir şekilde. Bir gün sonra bu sefer PKK, Ceylanpınar'dan ses verdi. 'Ben sizden daha fazlasını yaparım. Bakın, kamu görevlilerini gece yarısı evinde öldürebilirim. Ben buradayım. Sizin gibi' dedi. Öğleden sonra Diyarbakır'da, kazaya yardıma giden trafik polisine, -öyle bir aldatmacayla- polise saldırdı, 'Ben her yerde bunu yaparım. Ben buradayım' dedi. Bir gün sonra bu sefer DEAŞ, sınırımızda askerimizi vurarak, Türkiye-Suriye sınırında, 'Bakın ben doğrudan bile savaş ilan edebilirim Türkiye'ye. Ben buradayım' dedi. Üç gün üst üste her bir terör örgütü ayağa kalkıp, 'Ben buradayım' dedi. 78 milyon vatandaş da, 'Devlet nerede?' diye sordu. Biz de o üç gün sonunda, burada, Çankaya Köşkü'nde yaptığımız toplantıyla arkadaşlara verdiğimiz talimat açıktı. Ve bu talimat, bugün de geçerlidir."

"Devletin burada olduğunu göstermemiz gerekiyordu, gösterdik"

"Mademki onlar 'biz buradayız' diye ayağa kalktılar, halk, 'Devlet nerede?' dedi. Devletin burada olduğunu göstermemiz gerekiyordu, gösterdik. Çünkü devlet değildi mesele olan. Milletin de burada olmasıydı" ifadesini kullanan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Eğer biz, 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı, 'millet de devlet de burada' diyerek, aynı anda hem DEAŞ'a hem PKK'ya hem DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede bulunmamış olsaydık, bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği halinde, perde gerisindeki şahları, vezirleriyle oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde, bütün şehirlerimizde bir kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük."

Ortak vicdanı, ortak aklı, ortak kaderi, ortak kültürel mayayı korumak için ortak bir kamu düzenine de sahip olmak gerektiğinin altını çizen Başbakan Davutoğlu, "Devlet hiyerarşisi demiyorum. Devlet otoritesi demiyorum. Kamu düzeni... Kamu, herkesin malıdır. Hepimizin bu kamu düzenini korumamız halinde bütün diğer özgürlükler hayat alanı bulurlar. Eğer biz bunları yapamazsak, koruyamazsak, kamu düzeni sarsılırsa, ne bireylerin ne sivil toplumun özgürlük alanı kalır. Ne girişim özgürlüğü kalır, ne fikir özgürlüğü kalır. İşte şimdi gün bugündür. Omuz omuza verme günüdür. Ortak kültürel maya zemininde, ortak vicdanımızdan hareket ederek, ortak aklımızı harekete geçirerek, ortak kaderimizi belirleme günüdür" değerlendirmesinde bulundu.

Davutoğlu, bu meselenin, sadece bir devlet meselesi olmadığını da bildikleri için 10 gündür hem bütün bu huzur operasyonunu bizzat yönetmeye çalıştığını hem de her fırsatı değerlendirerek sivil toplum kuruluşlarıyla bir araya gelmeye gayret ettiğini anlattı.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Türk-İş, HAK-İş, Memur-Sen, Kamu-Sen gibi tabanı güçlü, temsil kabiliyetine haiz sivil toplum kuruluşlarıyla cuma günü sabah bir araya geldiğini hatırlatan Başbakan Davutoğlu, gece de Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen ticaret ve sanayi odaları başkanlarıyla görüştüğünü ifade etti.

Aynı gün 30 vilayetten Ankara'ya davet etikleri valiler, emniyet müdürleri, garnizon komutanlarıyla birlikte Ankara'nın en üst düzey güvenlik birimlerinin temsilcilerinin, bakanların bulunduğu 9.5-10 saat süren toplantı yaptıklarını belirten Davutoğlu, gece yarımdan sonra da yine 03.00-03.30'a kadar da Doğu ve Güneydoğu'dan gelen ticaret, sanayi odası başkanlarıyla görüştüğünü dile getirdi.

"Biliyoruz ki bu mesele, sadece bir güvenlik meselesi değildir"

"Çünkü biliyoruz ki bu mesele, sadece bir güvenlik meselesi değildir. Eğer ona inanmış olsaydık, 2003'te devraldığımız Türkiye'nin, bütün güvenlik odaklı yasaklarını sürdürürdük" ifadesini kullanan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Kimse, 'AK Parti, Türkiye'yi tekrar 1990'lı yılların güvenlikçi paradigmasına döndürmek istiyor' demesin. 13 yılık uygulamamızı herkes biliyor. Özgürlükler olmadan güvenliğin, insan onuru korunmadan bir kamu düzeni olmayacağını biliyoruz. Ama tersi de varittir. Güvenliğin olmadığı yerde en temel özgürlük olan yaşam ve hayat özgürlüğünün dahi olmayacağına Suriyeliler şahittir, Iraklılar şahittir. Onun için bu dengeyi ilk günden beri, özgürlük-güvenlik dengesini muhafaza ettik. Ama bizim siyasi irade olarak ve siyasi akıl olarak bunu muhafaza etmemiz yetmez. Sivil toplumun da bunu benimsemesi, hep beraber bu yönde ortak mesajlar verebilmesi lazım."

Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge illerinden bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileriyle buluşmaktan duyduğu memnuniyeti de dile getiren BaşbakanDavutoğlu, herkesi tek tek, vilayetlerin de düşüncelerini yansıtacak şekilde dinleyeceğini, birlikte bir ortak akıl üretmek için çaba sarf edeceklerini söyledi. Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Siz döndüğünüzde vilayetlerinize, burada gördüğünüz atmosferi yansıtmak yanında sizden ricam, hangi şartlarda olursa olsun, neredeyse bir binanın dört sütunu gibi gördüğüm ortak kültürel maya, ortak vicdan, ortak akıl ve ortak kader bilincini, harekete geçirecek şekilde ve bunu tehdit eden kim olursa olsun... İster 12 Eylül zihniyetiyle tek tipleştirmeler, ister PKK zihniyetiyle, değişik terör örgütlerinin zihniyetleriyle tek tip İslam, tek tip Kürt, tek tip etnik ve mezhebi kimlikler üzerine zalimce yöntemler yürütülen mücadeleye karşı bizim medeni, kadim, hukuka dayalı, insan hak ve özgürlüklerini koruyan, bir mücadeleyi omuz omuza, el ele vermemiz lazım. Ben bütün bu badireleri atlatacağımızdan eminim. İstiklal Savaşı'nda omuz omuza vermiş olanların torunları, Çanakkale Savaşı'nda omuz omuza vermiş olanların torunları o günkü savaşın, bugün bir özgürlük, demokrasi mücadelesi haline dönüştüğünün bilincinde olarak, inşallah bu badireleri de atlatacaklar ve Türkiye'yi önümüzdeki dönemde kadim değerlerin yaşandığı, çağdaş, eşit vatandaşlık ilkesine dayalı demokratik hukuk devletinin bütün unsurlarla harekete geçirildiği, her türlü farklılığın müsamahayla adaletle karşılandığı, her türlü tek tipleşmelere karşı ortak bir bilincin yansıtıldığı, devletin şefkat ve kudretinin aynı anda hissedildiği bir parlak geleceğe hep beraber hazırlanacağız."

Başbakan Davutoğlu’nun konuşmasının ardından toplantı, basına kapalı olarak devam etti.

Toplantıya, Başbakan Davutoğlu’nun eşi SareDavutoğlu, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi Eker, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları Beşir Atalay, Yasin Aktay, Öznur Çalık ve Nureddin Nebati, AK Parti Grup Başkanvekilleri Ahmet Aydın ve Mahir Ünal, bazı milletvekilleriyle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölge illerinden bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcileri ve kanaat önderleri katıldı.

 

 

 

Kaynak:akparti.org.tr

Anahtar Kelimeler
YORUMLAR
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
Henüz yorum yapılmamış ilk yorum yapan siz olun...
2
Sağ 300x250 Reklam
YAZARLAR